6 Ekim 2012 Cumartesi

Haftanın Look'u

Prensip olarak paparazzi fotoğraflarını kullanmaya karşıyım. ( Jaybird ve çok sıkı etik değerleri: Paparazziler bu insanların hayatını sömürerek para kazanıyor, büsürü süper yetenekli insan ünleri yüzünden ölüyo bla bla bla) İnsan köpek gezdirirken bile bu kadar güzel olur mu lan.


Look'la ilgili herşeyi ama herşeyi beğendim. Michelle'in kısa saçlarının hikayesi bi yana harika yüzünü ön plana çıkarması ve her zaman bebek saçı gibi uçuş uçuş durması bi yana. Altındaki Narciso Rodriguez pantolonlar daha bizim gibi sıradan insanlar için satışa çıkmış bile değil. Zımbalı mokasenler tam kararında maskülen. Yumuşak gömlek ve Cropped ceket ikilisinin her zaman destekçisiyim.

Ojelerin de gözümden kaçtı sanma Michelle'cim.

Michelle'le tek paylaşımı Wayfarer'ları olan Blogger'ınız,
Öptüms.

Bi Denemek Lazım

Evet nolmuş, başlıklarda çok başarılı değilim. Direk konuya geçiyorum. Kırmızı-Turuncu rujlar. En makbulu mat olanları. Aşağıda trendin kaynağı runway look'ları görüyosunuz. İlk resim Dior S/S 12 defilesinden. İçlerinden en az turuncu olan ton da bu.


Bi alttaki resim Milly S/S 12 defilesinden. Gördüğünüz gibi kumrala da sarışına da yakışan harika bir renk bu. Gerçi rujlarda en önemli faktör cilt rengi ama ben genelde saçlarımı açık bıraktığım için rujlarımın saçımla uymasına dikkat ediyorum.


Bu da Ralph Lauren F/W 12 defilesinden bi look. İlk üç resimde gördüğünüz gibi yüzümüzün herhangi biyerinde böyle pop of color kullanınca göz ve cilt makyajını çok hafif yapınca çok günlük bi görüntü elde edebiliyoruz, sokaklarda A-a deli heralde bakışlarıyla yüzünüzün ortasına bakılmamasını istiyosanız önemli şeyler bunlar. 


Verdiğim görsellerden en çok beğendiğim tondaki ruj bu. Mat ruj manyaklığımı doruğa çıkaran bu harika renk Rick Owens S/S 12 defilesinden.


Gördüğünüz gibi verdiğim bütün looklar geçen senenin defilelerinden. (Moda haftaları normal zamanın önünden giderler. Örneğin geçen hafta sona eren moda haftalarında 2013 İlkbahar/Yaz S/S defileleri gösterildi.) Ama runway'de görülen trendlerin halkın kullanabileceği aşamaya gelmesi bu kadar zaman alıyor.




O kadar runway look'u verdik, bir de Celeb verelim. Hepimizin favori kızı Zooey her look u ettiği gibi çılgınca parlak turuncu rujunu o kadar pull off etmiş ki. Lanet olsun Zooey, seni bi gün bişeyi pull off edememiş görücek miyiz acaba.

Şimdi gelelim bu look'u elde etmek için deneyebileceğiniz rujlara.

İlk olarak, Bobbi Brown Lip Color, Orange.


Giorgio Armani, Acid Tangerine.


 MAC, Morange. Resimde pastel durduğuna bakmayın gerçekte çılgınca turuncu.
İllamasqua, Flare. İllamasqua aşırı cool bi marka. Türkiye'de satılmıyor olabilir ama yurtdışına gidip geleniniz varsa mutlaka deneyin.

Nars, O bebeğim Nars. Rengin adı Heat Wave.


Kırmızı ruj obsesyonum devam ettikçe kırmızının tonlarıyla ilgili binlerce post yazıcam muhtemelen.

Kırmızı dudaklı Blogger'ınız,
Öptüms.



10 Eylül 2012 Pazartesi

Haftanın Tutorial'ı


Kızın fazla şirinliği sinirimi bozsa da bu haftanın tutorial'ı MissGlamorazzi isimli youtube kızından geliyor. Aranızda okula gidenler yada işyerine böyle kıyafetlerle gidebilenler vardır diye kıyafetli video seçtim. Şahsen sümüğümü silmeyeceğim ( .burgundy renkte levi's highrise jeans dışında) bir kombin ama neyse. Kombin de ne biçim yerleşti dilimize. Look lan onun adı. Herşeyi Türkçe'ye çevirmeye çalışmaktan yorulmuyo musunuz?

Anlıycağınız üzere şu an kafamın içerisinde bir ergen var. İşten geldim dev bi screw up yaptığım için çılgınca canım sıkkın. Yarın işten ağlayarak gelmezsem söz iki post birden yazıcam.

Hiçbirinizi tanımıyorum ama beni mutlu ediyosunuz.

Hisli Panda Blogger'ınız,
Öptüms

30 Ağustos 2012 Perşembe

Günlük İlham

Bugün bilgisayarıma kaydederken beynime de kaydettiğim foto budur. İşim gereği haftaiçleri boş kalan tırnaklarımın bu haftasonu look'u budur.

Mat velvet ojelere dikkati çekmek isterim. Chanel'in güzellik dünyasına 3 sezon önce kattığı harikalığın sahtesi Flormar'da mevcut. Seçim sizin. ( Chanel 67 lira Flormar 3 lira falan.) Renk için Pastel No:33 ü öneririm. Şahsen Türkiye'de en sevdiğim oje markasıdır kendisi ve Dior kalitesinde ve yoğun pigmentli oje ürettiğini düşünüyorum. ( Tek katta rengini göstermesi benim için oje kalitesinde önemli bir ölçüttür.) Gülkurusu rengin üzerine mat cilayı sürüyorsunuz ve bu görüntüyü elde ediyorsunuz.

Resimdeki model Bianca Balti, Antidote dergisi için Jan Walters tarafından fotoğraflanmış. Kendisi İtalyan asıllı nadide süpermodellerdendir. Ayrıca Bianca ne kadar cool bi isim.



Gül manyağı Blogger'ınız,
Öptüms.

28 Ağustos 2012 Salı

Haftanın Girl Crush'ı : Amanda Seyfried

Haftalar sonra size bir girl crush postu daha yazıyorum. Postun başına Amanda Seyfried yazdım ama Syvia Weis yazsam yeriydi zira verdiğim bütün fotoğraflar In Time filmindeki karakterine ait. (Filmden parantez içind bahsetmezsem ölürüm, gişe filmi tırt diye gittim deli gibi beğendim, başarılı senaryo, şaka maka Justin Timberlak de baya oyuncu oldu, mükemmel kostüm dizaynı, Cillian Murphy diyerek çıktım.) 

Amanda Hanım, Hollywood'da nadide doğal sarı saçlara sahip. Saçlarını yıllarca boya sanıp içimden sürekli napıyolar her telini tek tek mi boyuyuolar diye kıskanıyordum, okudum öğrendim. Şimdi doğal olduğunu görünce daha da çok kıskanıyorum. 

İki gündür memitolardan bahsediyorum, ve tanıyanlar bilirler zayıf ama memeli kızdan çekinirim. İşte bu kız da tam zayıf memeli. Nasıl bir DNA'dır bu? Nasıl harika bir yağlanma biçimidir? Düşünsene kilo alıyosun ama direk memitolara gidiyo.

Kendisi karakterde değilken aşağıdaki gibi görünüyor. Özellikle paparazzi fotoğraflarını koyuyorum ki gerçekte nasıl göründüklerini anlayın diye. Bi de hayvan gibi yüksek çözünürlük arıyorum. Lanet olsun Amanda'nın gözeneklerini yakından görebilmek ve gördürebilmek için bi saat harcadım.







meraba biri bana bu botları alabilir mi?




Evel doğal veya diil kızıl saç heveslisiyim.

Fütüristik film seven Blogger'ınız,
Öptüms.

27 Ağustos 2012 Pazartesi

İlham/Geçmiş Günlere Telafi Post'ları

Biliyorum biliyorum çok ihmal ediyorum ama yavaş yavaş telafi edicez.

Resimde gördüğünüz güzeller güzeli Lara Stone hanımefendi olur. Kendileri neredeyse tek başına Kate Moss cadısının yarattığı çöp adam beauty look'unu yıkmış, ayrık dişleriyle, standart düğme burun, pembe dudaklar mavi gözler trendinin dışında çok çok güzel bir kadın olur. 

Vücudu da her hücresi açlıktan ağlayan kemik torbasından oldukça uzak. İncecik beli tombul tombul memeleriyle tarafımdan gerçekçi güzellik onayı almıştır.

Neyse, resimdeki güzellik notlarına gelelim. Lara hanımın gözleri gördüğünün gibi kehribar rengi, ve beğendiğim bir çok insanın ortak özelliği olan bembeyaz bir cilde sahip. Göz kapaklarına parıltılı altın far sürülmüş, gözpınarlarına ise gümüş rengile ışıltı verilmiş, eyeliner yok, hafif maskara var. Yanılmıyorsam cildinde kapatıcı nitelikli hiçbir makyaj yok, yanaklarda camel alt tonlu gül tonlarında allık elmacık kemiklerini belli edecek biçimde uygulanmış. Dudaklarda ise hiçbir şey yok. Kendi dudak renginiz böyle nötr bir renkse siz de böyle bırakabilirsiniz ama tabiki ruj sürmüyoruz diye dudaklarımızdaki deriler kalkmış bi biçimde dolaşmıycaz dimi canlarım. 

Böyle bir look kullanıcaksanız cildinizin açıkta bıraktığınız yerleri kusursuz görünmeli. Örneğin cildinize ve dudaklarınıza en azından hafif bir peeling yapmalısınız. Her zaman ama her zaman cildinizi nemli tutun. Cildinizin niteliğine uygun bir nemlendiriciyle cildiniz potansiyelinin zirvesine( yüz güzelliğinize +2 puan garantili ) çıkacaktır. Dudaklarınız çok kuruysa çıkmadan önce nemlendirip daha sonra peçeteyle lip balm ın parlaklığını alabilirsiniz.

Eğer dudakları kendiliğinden güzel renklerde olan şanslı topluluktaysanız dudaklarınızı nemlendirdikten sonra tercihen şeffaf pudrayla matlaştırıp nötr tonlardaki rujunuzu (mutlaka mat olmalı) uygulayın.

Eğer bu tene bir de böyle doğal sarışınsanız size içimden biraz küfrettim, şanslı piçler. Bu look için lütfen kaşlarınızı boyamayın, doğal haline bırakın.



P.S. Resimdeki harika Christopher Kane bluzu bana alırsanız bir ömür boyu size sırıtıp göz kırparım ve size hep iltifat ederim. Oks.


Hiçbişeye yetişemeyen Blogger'ınız,
Öptüms.

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Dönüşüm = Muhteşem

Dönüşüm muhteşem olucak kısmetse sevgili okurlarım,


Öncelikle neden bu kadar zamandır yazamadığımı anlatıyım. Darısı başınıza haziran ayı başında harika bir işe girdim. İşim başka bir şehirde olduğu için taşınma, yeni eşyalar alma,hem iş hayatına hem kendi işime alışma, bilgisayarımın bozuk olması ve işimin ilk saatten itibaren çılgınca yoğun olması sebebiyle bi türlü tamire verememem vs. vs. beni sizden alıkoydu. Siz de beni özlediniz biliyorum. Di mi lan?

Postsuz geçirdiğim bu zamanı blogumu hiç düşünmeyerek geçirdim sanmayın yalnız. Küçük defterlerime sürekli notlar aldım, taslaklar hazırladım. Bundan sonra vakit buldukça topluca yazıp azar azar yolluycam.

Bütün hayatını hiçbir maddi sıkıntı görmeyerek ailenin şımarık küçük kızı olarak geçiren bendeniz,  hiç beklemediğim bi anda ailemden uzak bir şehirde bir işe girince sudan çıkmış balık oldum tabi. Hem ilk işim olması, hem de girdiğim sektörün yoğunluğu dolayısıyla her an bi sarah jessica parker multitasking liğiyle yaşıyorum. Tek başına yaşamak zor değil mi diye sorulunca sinir oluyordum öğrenciyken. O zamanlar değildi ama şimdi çok zor. Çünkü sabah 7de çıkıp aksam 7de geldiğim evimde hiç yemek yemesem sadece gelip yatsam bile milyonlarca iş çıkıyor. İnanın minimum iş yapmam için ne gerek diye düşündüm. Ama yolu yok.

Taşınalı iki ay oldu bugün, hala bazı kıyafetlerim, filmlerim kitaplarım kolilerde, heryer heryerde. Allahtan evde ekstra bi odam var da herseyi oraya yığıp kaçıp gidebiliyorum.

Bir de öğrenci evimden ya da ailemin evinden tek bir parça mobilya getirmediğim için en baştan ev düzme işi de var. Çok zor beğeniyorum. Ve yaşadığım şehirdeki mobilya zevki çirkin kadifeler ve svarowski taşlı koltuklardan oluşuyor. Yatak odalarından bahsetmiyorum bile. Osmanlı stili ve Disney nin akraba evliliği çocuğu gibi duran tasarımlar. Türkiyede genç bekar eşyası diye bişey yok. İkeanın karton mobilyalarını da prenses popom daha iyilerine layık olduğu için almayı reddediyorum. O yüzden biyerlerden eve sızıyor simler. Mesela eve gelince farkettiğim kolayca vegasta bi casinonun halısı olarak idare edebilecek halım. Sonra avizeler, Tanrım avizeler. Sanırsınız herkesin evinde bir Fangtasia, olmadı Behzat  Ç. pavyonu var.

İş çıkışlarımda günlerce aşındırdığım mobilya çarşılarında sonunda aradıklarımı buldum. Şimdi evde tek eksiğim kütüphane, aydınlatma ve mutfak masası. Ev hediyesi almak istersiniz diye yazıyorum wink wink.
Bir de iş kıyafetim var. İş kıyafetim bir tulum. Evet tulumlu genç kadın mühendis diyince aklınıza aşağıdaki görüntü geliyor olabilir. Damn you Hollywood.



 Ama aslında şu şekilde gözüküyorum.



Çünkü tulumum beyaz ve ben pamuk şekerden yapılmayım. Çalıştığım birimdeki işin hassasiyeti ve dış etkenlere çok bağlı olması nedeniyle makyaj yapmam, oje sürmem ve kokulu kozmetik ürünleri kullanmamam gerekiyor. Ben diyeyim çok gizli bir NASA üssünde çalışıyorum. Başka bi şehir derken Houston’dan bahsediyodum dostum. Sizde inanın.

Neyse durum budur. Eve gelmemle yatmam arasındaki süreye sığdırmaya çalıştığım milyonlarca iş arasında blog yazmayı üst sıralara koydum. Fazlaca sıkmadan bugünlük post u bitireyim. Milletin sahip olmak için sağ kolunu vereceği hayatımdan şikayet edip demografiğimi kızdırmıyım. Ballı piç diyebilirsiniz. O kadarına izin var. Ama lütfen kıskanmayın lan. İş hayatında kazanan aşkta kaybedermiş. İhohohoh.

Boss Lady Engineer Blogger’ınız.
Öptüms.

3 Haziran 2012 Pazar

Haftanın Tutorial'ı

Haftanın Tutorial'ı bir diğer favorim olan Michelle Phan'dan geliyor. Kendisi bir youtube sensation. Videonun konusu gece makyajı. Şahsen en son eklediği neon ruju pek beğenmesem de (kırmızı ruj manyağı olduğum için olabilir) göz makyajı harika ve denemeye değer bence.


Takma kirpik optional tabii, çünkü kendi kendine takması baya zor ve çok deneme yanılma gerektiren bir şey bence. 


Yaptığı şeyleri gösterdiği için konuşmanın İngilizce olmasının önemi yoktur umarım.


Bu arada videoda kullandığı Maybelline Color Tattoo isimli üründen bende bir renk aldım. Kullanıyorum şu an deneme aşamasında. Deneyimlerimi sizinle paylaşıcam :)







Yeniliklere açık Blogger'ınız;
Öptüms.

Ela Gözler İçin Makyaj Önerileri

Birkaç gündür sizi postsuz bıraktım tatlı okuyucularım ama bu süre boyunca yattım sanmayın. Her daim araştırma geliştirmedeyim. Bu postun konusu kendimde bir ela gözlü olduğum için (yaşasın bencillik) ela gözlere uygun makyaj önerileri olucak. 

Bu post için görsel bulmam yaklaşık 5 saatimi aldı. Neden derseniz ela gözler biraz zor, çünkü çoğu zaman ışık koşullarından kahverengi yada yeşil gibi algılanabiliyor ve ben bütün sabah ela gözlü ünlü düşündüm durdum. (ve hayır google'a hazel eyed celebrities yazmak bi sonuç vermedi.) Sonunda size aynı benim gibi, güzelliklerini ela gözleriyle taçlandıran afet gibi ünlü kadınlar ve kusursuz makyajlarını buldum. Karşınızda güzellik kardeşlerimiz Sofia Vergara, Rihanna, Kate Mara, Mila Kunis ve Nicole Richie ve çeşitli renklerdeki makyajları.

Aslında kahverengi gözler gibi ela gözlere de bir çok rengi uydurmak kolay, bu yüzden idare etmesi kolay bir göz rengi. Ela göz pek çok farklı tonda geldiği için gözünüzün ana tonu yanında alttonları (undertones) vurgulayacak renkler kullanınca harika görünebilirsiniz. Ela gözde alt tonlara örnek olarak bal tonları, yeşiller, griler gibi renkler örnek verilebilir. Örneğin Rihanna'nın gözleirnde altton yeşilken, Nicole Richie da bal tonları. 

İşte size bir kaç alternatif,

Mat: Günlük makyajda çok ince shimmerlı ürünler hariç simli parıltılı şeyleri pek tercih etmem, aşağıdaki harika kadınlar da ağırlıklı olarak mat tonları tercih etmişler. Mat tonlar görünüş itibariyle daha pigmentli algılandıklarından, güçlü bi renk kullanıcaksanız iyice belirgenliştirecektir. Rihanna'nın resmindeki gibi mürdüm tonlu kahverengiler bence harika olmuş.



Siyah Çerçeve: Eğer gözlerinizde bal rengi undertonelar varsa ve açık ten/açık renk saçlıysanız bence siyah çerçeve içe veya dışa, veya ikisi birden gözlerinizi belirginleştirmeye uygun. Eyeliner'la çok keskin bir hat elde etmek istemiyorsanız sıvı eyeliner yerine gel eyeliner kullanıp hafifçe dağıtabilir, eyeliner fırçasıyla siyah far uygulayıp yumuşak bi dumanlı görüntü elde edebilir hatta siyah yerine kömür tonlarında koyu bir gri kullanabilirsiniz. Sofia Vergara gibi, çerçeveyi uzatıp dağıtarak hem kedi gözü hem dumanlı görüntü elde edebilirsiniz.



Mor/Lila tonları: Kahverengi gözlere de ela gözlere de bence çok yakışan bir renk grubu bence morlar. Gözünüzün undertonelarına bağlı olarak jewel tone( zümrüt, yakut falan gibi değerli taşların yoğun renklerine böyle deniyor)larda bir mor (Nicole Richie'ninki gibi) ya da cesaret edemiyorsanız Kate Mara gibi açık lila tonlarında hafif bir far uygulayabilirsiniz.





Mila Kunis'in makyajı hem siyah çerçeve hem mat isimli başlığa uyuyor, ikisini hep kombine edip kullanıyor. Kaşınızla gözünüz arasında Mila gibi makyaj yapabileceğiniz kocaman bi alan varsa sizde bu dumanlı görünümü bi deneyin bence.


Eğer siyah kalem/eyeliner/farı çok sert buluyorsanız gözünüzle uyumlu bir tonda koyu kahverengi kalemi Kate Mara'nın yakın çekim resmindeki gibi alt ve üst gözkapağınızda kirpik diplerinize muntazam olmayan şekilde dağıtarak uygulayabilirsiniz. Kalem yerine yine eyeliner fırçasıyla koyu kahve bir far da aynı sonucun daha yumuşağını verecektir.

Yani aşağıda gördüğünüz look'lar birebir tekrar etmeniz için değil, ilham vermek için orda. Comfort zone unuz dahilinde kendinizi nasıl güzel hissediyorsanız öyle yapın. Unutmayın ki kendinizi beğenerek dışarı çıktığınız zaman etrafınızdakiler de bunun farkına varacaktır.

Ela gözlü Blogger'ınız,
Öptüms.

30 Mayıs 2012 Çarşamba

Girl Crush

Girl Crush'ı haftalık bi post yapıcam bundan sonra. Zaten o kadar çok Girl Crush'ım var ki yıllarca hepimize yeter. Bu haftaki Crush'ım Jessica Chastain. Malumunuz Cannes yeni bitti. Taze taze bi look seçtim sizler için. Kendisi ABD'nin güneyinden kopup gelmiş, çok başarılı bir aktris. Son iki ödül sezonudur da kimse kendisine doyamıyor. 

Doğal kızıl saça olan hayranlığım çevremdekilerce bilinir. Kızıllar ne kadar şikayet ediyorlarsa renklerinden ben de o kadar bayılıyorum. Ama boya kızıl taraftarı değilim. Hele doğal olmayan kızıllar. Iy.

Bu kadını kim giydiriyor bilmiyorum ama meşhur bir stilist değilse şu an meşhur oluyordur. Kızıl saçlılık başlı başına bir look'tur. Ben hep saç rengine göre giyinme metodunu başarılı bulmuşumdur. Gerçekten de bazı saç renklerine bazı renkler hiç gitmiyor. Dikkat edin farkedeceksiniz. Bu kadın ve stilisti ise hem cilt hem saç rengini göre giyinmeyi tam 12'den vuruyor. 2 sezondur izliyorum, vasatın altında bile red carpet look'u yok kadının.



Makyajlar da her zaman ölçülü, zarif ve harika. Kızıl saç&renkli göze yapılabilecek en güzel makyajlardan biri, resimde gördüğünüz sıcak kahve ve kömür tonlarıyla smoky eye. Gözleri boğmadan, takma kirpiklerle yormadan harika bir look olmuş.

Geçen hafta paylaştığım tutorial da anlatıldığı gibi beyaz tene ölçülü makyaj yapmak çok zor. Allık ve ruj gül tonlarında ve pastel olunca dikkati gözlerden çalmamış. 

Marifet sadece makyajda da değil, harika bir gülümseme ve zerafet bu haftaki Girl Crush'ım olma onuruna ulaştırıyor sayın Chastain'i. Kendisi haberi alınca çok sevinecektir.



Saçları zaten harika bir doğal tonda olduğu için hafif dalgalar verilip ön perçemler arkadan zarif bir tokayla tutturulmuş. Saçlar ne kazık gibi semsert ne de pırasa gibi dümdüz. Bu kadına dair herşey gibi tam ölçüsünde.

Aksesuarlarla ilgili designer bilgisi bulamadım ama onlar da çok zarif ve basit.


Elbiseye gelince Frida Giannini'nin (Gucci'nin Kreatif Direktörü) önünde eğiliyorum.. Sen bu Red Carpet işini biliyorsun. Ten rengi ve saçlarla uyumlu rose gold renginde payetlerle işlenmiş göğüs altından oturan uçuş uçuş bir Stunner.


Ayakkabılar burda paylaştığım fotoğraflarda belli olmuyor, ancak onlarda rose gold tonlarında harika bantlı stilettolar.

Sen olmuşsun Jessica Chastain. Seni gidi zarif seni. 10/10.

Kızıl Saç heveslisi Blogger'ınız,
Öptüms.






Tırnak Batması

Tırnak batması dünyanın en acı verici ve en küçümsenen sağlık problemlerinden biri. Çoğu zaman kalıcı bir sonuç almak için birkaç farklı prosedür denemek gerekiyor.

Bizzat kendi deneyimim iki ayağımın başparmaklarından irili ufaklı toplam 6 operasyon şeklinde gerçekleşti. İlk önce sağ ayağımda sonra sol ayağımda yaşadığım bu illet sağlık problemini bir süre iki ayağımda birden yaşadım. Süper acı verici ve günlük hayatınızı kökünden değiştiren bir şey. Bir kere konforlu bir şekilde yürüyemiyorsunuz, konforu bırak acısız bi şekilde yürüyemiyorsun. Ben bu acıyı çektiğim süre boyunca hayatımı yatay şekilde geçirdim. Dolayısıyla bu zorunlu tembellik size kilo aldırıyor. Ayrıca sürekli açık ya da önü geniş ayakkabılar giymeniz gerekiyor. Parmağınızı acıdan korumak için yürüme biçiminizi değiştiriyorsunuz. Ben içe basmaya başlamıştım mesela.

Bildiğim kadarıyla genetik bir eğiliminiz de olabiliyor (örneğin tırnak yatağınızın biçimi başına bişey gelmediyse tamamen genetik) ama kendi hatalarınızla da bu problemi çağırabiliyosunuz. Yanlış ayakkabı, sürekli darbe almak, enfeksiyonlar, yanlış tırnak kesimi vs. ile.

Benimki genetik eğilimden oldu.

İlk başlarda sağ ayak başparmağımda sık sık tırnağımın bir tarafında batmadan dolayı enfeksiyon oluyordu, birkaç kere antibiyotik kullanarak enfeksiyonu kuruttuk fakat bu hastalığı değil belirtiyi tedavi eden bişey olduğu için geçiciydi. Problemi kökünden halletmezseniz enfeksiyon sürekli geri gelecektir.


1 sene kadar bu enfeksiyon böyle gitti, görünürde bölgeyi temiz tutuyordum, batticonla ve sabunlu suyla her gün temizliyordum. Fakat enfeksiyon tırnağımın altına yayılmış ve bir gün pansuman yaparken irinle beraber kan geldi. Eller ayaklar çok kanar bilirsiniz. Çok korktum ve hem hastalık hastası hem çok fazla ansiklopedi okumuş bir çocuk olarak aklıma milyon tane kötü ihtimal geldi. Hemen kendimi hastaneye götürttüm.  Bir hafta sonraya küçük bir operasyon için randevu verdiler. Bu sürede de antibiyotik kullandım iltihabı kurutmak için.

Küçük bir operasyon dediler. Ama korkudan bayılacaktım nerdeyse. Doğruya doğru operasyon küçük, bırak ameliyathaneyi genelde pansuman odasında yapıyorlar. Ama acıyor, hem de baya acıyor. Operasyon sırasında parmağınız kesilip biçilirken acımıyor tabiki. Lokal anestezi iğneleri acıtıyor. Parmağınızın çapı etrafında gerekli olduğu kadar, 4-5 iğne yapıyorlar. Ne kadar derine iniyor iğneler bilmiyorum ama bana kemiğime kadar inmiş gibi gelmişti. Haliyle çok acıyor. Ama son iki iğne diğerlerinden az acıyor çünkü parmağınız uyuşmaya başlamış oluyor. Burayı bütün ihtişamıyla anlatışım kimseyi korkutmak değil, olabildiğince abartmadan anlatmaya çalışıyorum. Ben bu operasyonu olurken bu kdr acıyacağını hiç bilmiyordum. Ve bilmek isterdim. Doktorlar bu kısmını pek söylemiyorlar. Onlara da hak vermek lazım, yaptıkları bir çok işleme göre odlukça küçük ve kısa süren bir işlem. Ancak o masadaki sizseniz ve ilk başınızdan böyle bir şey geçiyorsa zor bir deneyim. Hele hele benim gibi şımarık ve canı kıymetli bir çocuksanız acı fazla gelebilir. Bilemiyorum belki de benim acı eşiğim düşüktür. Ama aynı problemi yaşayan bir erkek arkadaşıma  takımlara tekme mi tırnak batması mı daha çok acıyor dediğimde kesinlikle tırnak demişti. Kızlarda kıyaslama yapıcak böyle bi acı olmadığı için bu örneği verdim.

Acı dediğim kısım 1 dakikadan az sürüyor. Daha sonra parmağınız uyuştuğundan size şişip balon olmuş gibi geliyor. Operasyonu basit bir şekilde anlatmak gerekirse tırnağınızın bir kısmını etten ayırıp, genelde tüm tırnağı çekmek yerine sadece batan tarafı kesiyorlar artık, kökünden çekiyorlar. Bu çekilen parçanın kalınlığı 4 mm falan. Daha sonra tırnak yatağınızın o bölümünü tahrip edip bir daha çıkmamasını umarak etinizi geri dikiyorlar. Tüm bunlar olurken gerçekten hiçbir acı hissetmiyorsunuz. İlk gece eve gittiğinizde acıdan uyuyamıyorsunuz. Çünkü anestezi geçtikten sonra o taze yara sıcaklığı oraya geliyor ve kalbiniz bütün gece orda atıyor. Bu aşırı acı sadece bir gece sürüyor genelde. Ağrı kesiciler benim durumumda pek faydalı olmamıştı.

1 hafta pansumana gidip geliyorsunuz, bu arada enfeksiyon için antibiyotik kullanmaya devam tabiki. Sonra dikişlerinizi alıyorlar. Benim geçirdiğim her 6 operasyonda da 4-5ten fazla dikiş atılmadı. Tabii bu arada ayakkabı giymeyi bırak terlik bile giyemiyorsunuz, çünkü başparmağınızda kocaman bir sargı oluyor, hiçbir yere sığmıyor parmağınız. Ben ikinci seferden sonra bir flip flop terliğin plastik kısmını kestikten sonra terliği ayağıma bantlıyordum. Minimum acı ve maksimum konfor.

İlk operasyondan sonra tırnağım geri çıkana kadar durum gayet iyiydi. 6 ay kadar acısız yaşadım. Özetle 6 ay boyunca her gün çekeceğiniz acıyı konsantre biçimde 2-3 günde operasyonla yaşayıp sonrasında bi süre rahat ediyosunuz.

Daha sonra aralıklarla aynı ayağımdan 2 defa daha operasyon geçirdim. İkinci de aynı şekilde sonuçlandı. 3ü de ise daha değişik bir metod denendi. Yazın memlekete gitmiştik, orda yine bu tırnak batmam alevlenince hemşire olan kuzenimin tavsiyesiyle orda bir hastanede operasyon geçirdim. Bu sefer tırnağımı çekmek yerine battığı yerdeki etleri aldı doktor. Düşünürseniz çok mantıklı, tırnağı değiştiremiyorsan parmağı değiştir.
İşte teoride çok mantıklı olan bu operasyon çok çok yanlış sonuçlandı. Apaçık biçimde enfeksiyon olan ayağıma antibiyotik vermeyen doktor sayesinde İstanbul’a geri döndüğümde çürümeye başlayan bir ayakbaşparmağım vardı. İki tarafa da 4er taneden dikiş atılmıştı ve ben 3 günde bir pansumana gidiyordum. Bu böyle enfeksiyonu yeninceye kadar tam 2,5 ay sürdü. 2,5 ay boyunca sürekli ağladım, ayağım iyileşmiyor, sürekli acıyor ve ben yazın ortasında hiçbi şey yapmadan evde oturuyordum. Pansumanımı yapan hemşirenin bile yarama bakarken içi geçiyordu çünkü sargıyı her açtığında derim gazlı bezle beraber kalkıyordu.
 Halimi tarif etmem gerekirse bir ayağımda ayakkabı bir ayağımda ayağıma bantlanmış bir terlik tabanıyla gezdiğimi düşünün. Hiç hoş bir görüntü değil.

2,5 ay sonunda sargılardan kurtulduğumda ise artık ayağıma bakamıyordum, evin içinde sürekli o ayağımda çorapla geziyor, captain hook gibi yürüyordum.

Ama artık bu kadar acının karşılığı mıdır nedir, o ayağımdan kabuklar düştükten, yaralar soyulduktan, derim yenilendikten sonra bir daha hiç şikayetçi olmadım. Zaten tırnağım batmak istese de batacağı bir yer yok. İki parmağım birbirinin aynı değil, ama inanın bu ödemeye değer bi bedel.

Diğer ayağımdan da aynı şekilde 3 operasyon geçirdim, 2si kısmi tırnak çekme, 3. Sü diğeri gibi etlerimde değişiklik şeklinde oldu.

6 operasyondan sonra artık dikişlerimi kendim alacak kıvama gelmiştim. Toplamda 40 dikiş ve 6 operasyon.  Tabii bu süreçte bir çok şey öğrendim. Artık ayaklarımın kendi geliştirdiğim bir yöntemle en azından mevcut durumlarını koruyabiliyorum. Yöntem şöyle, tırnağınızı biraz yukarı kaldırmak istiyorsunuz. Amaç tırnağın battığı yerle tırnağın arasına mesafe koymak. Bunu da şöyle yapıyorsunuz; tırnağınızı güzelce dezenfekte ettikten sonra, Furacin ya da aynı nitelikte antibakteriyel bir kreme batırdığınız ince bir pamuk parçasını tırnağınızla etinizin arasına sıkıştırıyorsunuz. Bu pamuğu sakın çok kalın yapmayın, bu sefer boşuna tırnağınızı zorlayıp yaralı bölgeye mikrop doldurabilirsiniz. Böyle böyle bu pamuktan destek alarak tırnaklarınız yükselecektir. Uzunca bir süre sürekli yaptığım bu işlemi artık ayda 1 veya 2 defa yapıyorum ve yeterli oluyor. Temizlik çok çok önemli, bunu yapamıyordsanız bile ayaklarınızı ılık sabunlu suyla veya Batticonla yıkayın. Hatta ben Batticon un sıvı sabununu ılık suya damlatıp ona ayağımı sokardım.

Şimdilerde yürüyüşüm düzeldi, tırnaklarıma bakabiliyorum, ve acı çekmiyorum.

İşte tavsiyeler;

Tırnak batması probleminizi sakın ama sakın pedikürcüler gibi sağlık uzmanı olmayan kişilere çözdürmeye çalışmayın. Hele ayağınızda enfeksiyon varken böyle bir şey yaptırıcaksanız ayağınızın üzerinden otobüs geçsin daha iyi.

Enfeksiyonları ciddiye alın. Zamanında müdahale edilirse benimki gibi tırnağın altına inmeden yokedebilirsiniz.

Kişisel kanaatim ayak sağlığı merkezlerine de gitmemeniz. Dediğim gibi doktora gidin. Bu işin uzmanı onlar. Ayak parmaklarınız ve yumuşak doku iltihapları hassas şeyler. Doktorlara güvenin.

Tam bilgi sahibi olmadan bıçak altına yatmayın.

Eğer yatarsanız da bilgilendireyim, yeniden ayakkabı giymenin doktorların söylediği gibi 1 hafta falan değil en az 3 hafta alıyor. Çünkü zaten en az bir hafta dikişler alınıncaya kadar sargınız bırak ayakkabıya sargıya sokulamayacak kadar büyük oluyo, dikişler alındıktan sonra 10 gün geçmiş oluyor ama bölgedeki hassasiyet ahla gitmediği için ben ayakkabı giyemiyordum.

Enfeksiyonu yendikten sonra da ayaklarınızı temiz tutun. Ilık suyla yukarda dediğim gibi beyaz sabunu yada bir damla Batticon sıvı sabunu karıştırın, bir yandan ayaklarınız temizlensin bir yandan bunu bir ayak banyosu gibi kullanıp dinlenin.

Yukarda söylediğim pamuk sokma ile ilgili de tavsiyelerim var, pamuğu en geç 3 günde bir, ıslandıysa hemen değiştirin. Pamuğu tırnağınızın ta dibine ittirmeniz gerekmiyor, amacımız sadece destek olmak.

Çorapsız ayakkabı giymeyin. Eğer çok terleyen ayaklara sahipseniz, ayağınız kendi teri içinde kaldıkça deriniz yumuşayacak ve batan yerde zedelenmeye daha müsayit olacaktır. Hem de sıcak ve nemli ortamlar birer bakteri cennetidir.

Ayakkabı seçerken başparmaklarınıza yeterince alan bırakın.

Umarım uzun yıllar canımı çok yakan bu problemle ilgili sizi biraz olsun aydınlatabilmişimdir. Ama her zaman böyle işlerde bir doktora danışın.


Operasyon Manyağı Blogger’ınız,
Öptüms.

Islak Saçlar

Bu postta yazacaklarımı annenizden milyon kere duymuş olabilirsiniz. Anneniz doğru söylüyo, ıslak saçla uyumayın.

Saçlarınıza ıslakken yapmamanız gereken birkaç şeyi bir arada hızlıca anlatıcam. Öncelikle saçlarınız ıslakken en kırılgan formlarından birinde bulunuyo, yani çekiştirmeseniz iyi olur. Bir Türk alışkanlığı olarak saçlar ıslak taranır. Eğer saç kremi & leave in conditioner kullanıyorsanız(kullanmıyosanız gözüm görmesin) zaten saçlarınız çekiştirmeye gerek kalmadan açılacak, kolayca taranacaktır. Benim tavsiyem banyoda saç kremini yağlayıcı olarak kullanıp kremi sürer sürmez saçlarınızı taramanız. Yoksa kırılgan saçlarınıza zarar verebilirsiniz. Saç kremini sadece saçlarımın en ucuna değil yaklaşık 3/4üne uyguluyorum. Zaten en tepesi hiç bi zaman karışmadığı için o bölüm problem oluşturmuyor.

Saç kreminden korkmayın kızlar. Saçlarınızı yağlandıran şey saç kremi değil (en azından iyi saç kremleri değil). Eğer illa saç kremini saçımdan tamamen durulamak istiyorum diyorsanız en azından uçlarında birazcık bırakın derim. Bir dirhem saç kremi bin kırık örter.

Neyse konudan sapmayalım. Islak saçlar diyorduk. Islak saçlarınızı saç kurutma makinasının en yüksek ayarıyla hemen kurutuyorsunuz. İşte orda çok yanlış yapıyorsunuz. Saçınızdan bütün nemi söküp atıyorsunuz. Zaten siz de göreceksiniz ki saçlarınızın görünüşünde bu şekilde kurutma ve doğal kuruma arasında dağlar kadar fark olacak. Bence acil durumlar dışında saçlarınızı kendi kendine kurumaya bırakın, ya da en azından biraz düşük ayarda kurutun.

Saçlarınızın en önemli güzellik kaynağı nemdir. Onları nemden mahrum bırakmayın L.

Saçları kurutamadık, hemen yatmamız lazım ama napıyoruz ıslak saçla yatmıyoruz. Hele hele uzun saçlıysak saçlarımızı ıslakken tepede dolayıp toplayıp uyumuyoruz. Saçlarınız ıslakken kırılgan ve yumuşak demiştim. Gece boyunca döne döne yufka gibi saçlarınızı ütülemekten beter ediyorsunuz. Sabah kalkınca bütün saçlarınız farklı yöne bakıyor oluyor en iyi ihtimalle. Daha kötüsü bütün gece nemli kaldığı için saçlarınızda benim hiç hoşlanmadığım nemli ev kokusu oluyor.

Eğer saçlarınızı hızlıca ve zarar vermeden kurutmak istiyorsanız birkaç önerim olucak.

Banyodan çıkarken saçlarınızı elinizle süzün. Çevirerek değil yalnız sadece sıkarak suyunu akıtın. Böylece saçınızdaki suyun büyük bi kısmını atmış olucaksınız zaten.

Sonra saçınızı havluya sarın, siz giyinirken o havlu biraz daha suyunu alsın.

5 10 dakika sonra havlunun diğer yüzünü çevirin, bir de unutmadan saçınıza kullandığınız havlunun çok yumuşak olmasına dikkat edin, sert havlular da aynı şekilde yufka saçlarınıza zarar verecektir.

Havlunun diğer yüzüyle saçlarınızı yavaşça kurulayın. Şimdi bir yandan saçınızı banyodayken taramadıysanız tarayabilirsiniz, tararken de havalanacağından buharlaşma hızlı olacaktır.

Nemin büyük bir kısmını böylece attıktan sonra saç kurutma makinasının ılık tarafıyla 2-3 dakika kuruttuktan sonra soğuğa geçin. Unutmayın buharlaşma her sıcaklıkta gerçekleşir. (mühendis!)

Dediğim gibi saçlarınızı kupkuru olucak diye yarım saat kurutma makinasında kurutmayın, ensenizi ve uçları kuruttuktan sonra diğer bölgeler kendiliğinden hızlıca kuruyacaktır.

Son olarak tavsiyem, leave in conditioner kullanmanız olur. ( leave in conditionerla ilgili de bi post yazıcam beklerim.)

Toplam tarif ettiğim işlem banyodan çıktıktan sonra üstünüzü giyindiğiniz süre dahil 15 dakkadan fazla sürmeyecektir. Kıymayın saçlarınıza, kuru saçla yatın.

Saçlarınızı sizin kadar seven Blogger’ınız,
Öptüms.

29 Mayıs 2012 Salı

Clinique Moisture Surge Tinted Moisturizer Değerlendirmesi

Öncelikle size biraz tinted moisturizer nedir ondan bahsediyim. Tam isabetli bi çeviri olmasa da kabaca renkli nemlendirici diyebiliriz. Cildinde pek fazla kusur olmayan, renk problemi yaşamayan, sıva gibi kapatıcı fondötenler yerine daha hafif bir kıvam arayanlar için ideal bir ürün. Hele bir de cildiniz kuruysa yağlı fondötenler yerine daha iyi bir seçim bence.

Renkli nemlendirici dediysek, rengi elinize sıktığınızda yoğun gözükebilir ama cildinizde yaydığınızda çok hafif olduğunu görüceksiniz. Son bir yıldır güzellik dünyasının yeni gözdesi olan bu ürün hemen hemen her iyi markanın yelpazesinde var.

Benim de cildim ayın 25 günü normal bi cilt gibi davranıp rasgele 5 günde birden cadı cildine dönüşebiliyor. İşte o günlerde cildime kireç süresim geliyor. Diğer günlerde ise sivilcem falan yoksa böyle bi ürün iyi gider diye düşünüyodum.



Kasım ayında yurtdışına çıkarken kendime bi şişe Clinique Moisture Surge Tinted Moisturizer aldım. Baya açık renk bi cildim olduğu için en açık tonu alacaktım fakat dünya genelinde stok kalmamış o yüzden 02 numaralı tonu aldım. Dediğim gibi tonu çok hafif olduğundan çok da farketmio zaten. 10 gün seyahatim boyunca her gün kullandıktan sonra o kadar memnun kaldım ki dönerken aynısından ablama da aldım. İkimiz de o gün bugündür memnunuz. Prensip olarak cildimin tamamına sürdüğüm fondöten nemlendirici gibi ürünlerde güneş koruyuculuğu olmasını tercih ederim. Bu üründe de yüksek olmasa da SPF 15 var. Zaten SPF 15 kış ayları ve günde 1 saat falan dışarda kalıyosanız yeterli bir koruyucu.

Şimdi madde madde değerlendirmem gerekirse, kapatıcılığı zayıf, ama zaten ürünün olayı o. Kıvamı oldukça güzel kolay sürülüyo. Konsantre oluşu güzel, yeşil mercimek kadar bi damlayı bütün yüzünüze yedirebiliyosunuz. Nemlendirirken yağlandırmıyor. Yağlı bi T bölgem olduğu için bu benim için önemli bir özellik. SPF içermesi artı bi özellik. Onun dışında ahım şahım bi ekstra özelliği yok. Başka markalardan Tinted Moisturizer denemediğim için kıyaslama yapamıycam ama benim beklentilerimi karşıladı.

Fiyatı free shoptan aldığım için yurtiçinden farklı olabilir, 15 euro civarındaydı galiba.

Clinique’i tercih etmemin sebebi ise diğer bir çok markaya göre daha az görünüşe/daha çok içeriğe yönelik olması. Markayı genel olarak seviyorum yani. Ve birçoğunuz için önemli olmayabilir ama benim için çok önemli bir ayrıntı olan ambalajlarına bayılıyorum bu markanın, ürünün hem kağıt kutusu hem de şişesi çok güzel bence.

Herşeyi içine katarsak bence 8/10 bi ürün.

Cadı Suratı


Cadı suratlı Blogger’ınız,
Öptüms





28 Mayıs 2012 Pazartesi

Lancôme Hypnôse Doll Lashes Değerlendirme

Şimdi sizlere son 6 aydır aşkla kullandığım rimelimden bahsedicem. Review yazayım yazayım derken, bi yandan ürünler deneyip biriktirirken , deneyip memnun kaldığım ürünleri yazayım bari dedim.


Bahsi geçen ürün başlıktan anlaşıldığı gibi Lancôme Hypnôse Doll Lashes maskara. Kendisi yukarıdaki resimde görülebilir. 

Geçen kasım ayında şöyle bir set halinde aldığım bu maskaradan süper memnun kaldım. Kalemi ne yalan söyliyim pek kullanmadım ama makyaj temizleyici harika. Pamuğa sürüp gözünüzün üstünde 30 saniye falan bekletip sonra hafifçe sildiğinizde makyajın çoğu çıkıyor ve sonrasında gözünüzün yağlı yağlı değil nemlenmiş bi halde oluyor. Şahsen göz bölgesinin mendillerle çekiştire çekiştire silinmesinin pek taraftarı değilim.

Maskaraları hijyen açısından 6 aydan fazla kullanmamak gerektiğinden bu kutuyu bi haftadır falan kullanmıyorum. Zaten 6 ay sonrasında rimellerim genelde kuruyor ve hoşuma gitmeyen bir kıvam alıyor.

Üşenmedim sizin için fotoğraflar çektim.

Bu kirpiklerimin doğal hali,


Prensip olarak ve düz kirpiklere sahip olduğum için genelde kıvırırım, kıvrılmış hali


 Bu da Lancôme Hypnôse Doll Lashes sürülmüş hali.

Ben kirpiklerime verdiği biçimi seviyorum ve hem uzatıp hem kıvrım vermesi çok iyi bi kombinasyon bence. Ayrıca bi kez kurudktan sonra sağa sola bulaşmıyo, ama 8 saatten sonra alt kirpiklerimden ufalandığı oluyo. Bide bazıları maskaraların böyle kazk gibi semsert olmasını istiyo, bu öyle değil yumuş yumuş oluyo. Ben öyle seviyorum zaten.

Fiyatına gelince ben o koskoca seti yamulmuyorsam 75 liraya falan almıştım. Maskarayı tek başına yurtdışından gelirken ablama da almıştım o zaman da yanılmıyorsam 25 euro falandı. 

Düz kirpikli Blogger'ınız.
Öptüms

27 Mayıs 2012 Pazar

Ayakkabılarına Aşık Olan Kız

LunarEclipselerime olan aşkımı obsesif bi manyak gibi gözükmeden nasıl anlatsam hiç bilemiyorum. Tek bir cümle hakkım olsa hayatımda sahip olduğum en rahat ayakkabılar der geçerdim. Ama burası benim içimden konuşmam gereken şeyleri yazdığım bir blog olduğundan obsesif kişiliğimi sizden saklamıycam.

Okuldan mezun olduktan sonra yüksek lisanlara başvuru tarihine boşta gezeceğimden o zamana kadar camış gibi yatacağıma biraz koşayım diye, hem de Apple ürünleri kullanmaya başladığımdan beri merak ettiğim Nike+ hadisesini denemek üzere bir koşu ayakkabısı arıyordum.

Bir iki ay kadar önce bir arkadaşımı beklerken vakit öldürmek amacıyla bir Nike mağazasına gireyim bir bakayım dedim. Ne kadar Nike+ a uygun koşu ayakkabısı varsa elinizde deniycem dedim, getirdiler. 6-7 çift ayakkabı hızlıca denedim .Giydiğim diğer ayakkabılarda evdeki ayakkabılarımdan farklı bir şey bulamayınca tam hayal kırıklığına kapılıyordum ki LunarEclipse leri getirdiler.

Giyer giymez farkı anlıyorsunuz, ayakkabı resmen ayağınıza sarılıyor. Ayak cenneti diye bir yer varsa işte bu ayakkabının içinde olduğuna inanıyorum. Bir kere çok hafif ayağınızda var mı yok mu hissetmiyorsunuz. Sahip olduğum en hafif ayakkabılar TOMS larımdı, bunlar onlardan bile hafif. Ayrıca tabanı muh-te-şem! Ne kadar vurgulasam az gelir. Taban bildiğim kadarıyla bu ayakkabıya özel tasarlanmış, adı da Lunarlon. Çeşit çeşit köpükten yapmışlar ayağınızın her bölgesine ayrı bir yumuşaklık ayarı oluşturmuşlar. Bu rahatlıkla ilgili ayrıntıları aşağıda Nike’ın kendi sitesine link vericem ordan inceleyebilirsiniz. Uzun uzun anlatıyor orda. Bir de değinmek istediğim son ayrıntı da serinin tamamının renklerinin çok güzel olması. Türkiye’ye serideki bütün renkleri getirmemişler, benimkiler aşağıda görmüş olduğunuz beybiler.

Bir kere benim uzun yıllardır tırnak batması problemim var, o yüzden ayakkabı alma konusu her zaman içimde bir sıkıntı yaratır. Tipine âşık olduğum ayakkabı ayaklarımı rahatsız eder, süper rahat ayakkabılar da anane stili olur vs. Bu yüzden beğendiğim birçok ayakkabıyı kendim alamayıp ablama aldırıp giydirdiğim çok oldu. İçimde devasa bir ukdedir ayakkabılar.

Bu ayakkabı o kadar süper ki en büyük ölçütüm olan My Little Pony lerle anlatıcam. My Little Pony ler ayakkabı giyiyor olsalardı bu ayakkabıları giyerlerdi. (My Little Pony reference again!) (immaturity 4ever)
Dükkâna geri dönelim. Ayağımı ayakkabıya soktuktan sonra yaşadığım konfor patlamasından satış danışmanı bir süre konuşmuş hiç duymamışım. Dostum bunu bana daha fazla pazarlamana gerek yok. Bu ayakkabı için bir parmağımı veririm dedim içimden.

Konfor patlamasını sizde denemek isterseniz yolunuz bir Nike mağazasına düştüğünde bir ayağınıza bunları bir ayağınıza başka ayakkabı deneyin.

Artık ayakkabıyı er ya da geç alacağımdan emindim. Hayatta her güzel şeyin bir bedeli olduğundan her meblağa hazır bir şekilde fiyatını sordum. 275 TL dediler. Böyle kâğıt üzerinde biraz çok gelebilir ama inanın o ayakkabıyı bir kere denedikten sonra aklınızda hiçbir şüphe olmuyor çünkü uzun bir süre çok faydalı bir şekilde yararlanacağınızı anlıyorsunuz.

Ne yazık ki o gün seyahatte olduğumdan ve kabin bagajıyla seyahat ettiğimden bavulumda yer yoktu ve hemen kavuşamadım. Ama hemen Google’a sarılıp ayakkabıları araştırdım. Verdiğim linkte sayfanın altlarında tanıtım videosu var. Hem profesyonel sporcuları hem benim gibi amatör olarak bir koşup gelenleri etkilemeye yetecek bir video.

Bahsi geçen link budur.

Video izlediğinizi varsayarak videoya yorum yapıcam. O bahsettiği ayağın ortasına sarılan yay gibi plastik şeyler dünyanın en süper şeyleri. Çünkü şahsen benim yaşadığım en büyük sorunlardan biri ayaklarımın terledikçe ayakkabının önüne doğru kayıp kayıp sonra da ön duvara çarpıp tırnağımı zedelemesi oluyordu. Bunda ise ayağınızın sabitlediğiniz yerden çıkmasının pek ihtimali yok.  Tabandaki harikalıkları ise anlat anlat bitiremem. Hem yere süper tutunuyor hem de fazladan sürtünüp hızınızı kesmiyor. Ön ve yanlardaki kumaş kısımlar içeri hava geçiriyor böylece ayaklarınız çok sıcaklamıyor. Topuk kısmında da yumuşacık bir yastık var, yeni ayakkabılarda sık sık yaşanan vurma diye bir durumu yaşamanız söz konusu değil.

Nike+ sensörü için tabanlığı çıkarınca küçük bir cep var, ama iPhone 3GS ten sonraki modeller için bu sensör olmadan kullanmak için Nike+ GPS diye bir application var. 4,99$ gibi bir fiyatı var. Sensörü almak isterseniz de 40-50 lira civarında. Ben GPS application ını tercih ettim. Adı üzerinde GPS app i olduğundan koşunuzun takip altına alınabilmesi için internet bağlantınız olması gerekiyor. Aşağıya app’den screencapler koydum. Baya başarılı bir app. 3G üzerinden rotanızı tespit ediyor, kendi araladığınız sıklıklarla size koşunuzla ilgili bilgi veriyor. Rekorlarınıza yaklaştığınızda ya da belli kilometre taşlarında ünlü sporcular size gaz veriyor.






Resmi giyinmem gereken yerler dışında aldığım günden beri, baba evinin şehrinde tanıdığım kimse de olmadığından sürekli bu badboyları giyiyorum. Bir sağlık problemimden dolayı bir süredir koşamıyordum sadece tempolu yürüyüş yapıyordum fakat 4-5 gün önce çakıl bir pistte koştum ve kendimi kısa bir süreyle superhero sandım.

Bir de 2 aydır neredeyse her gün bu ayakkabıları giyiyorum ve ağzı yüzü henüz yamulmadı, pek yamulacak gibi de durmuyor.

Eğer sağda solda boşta duran bir 275 liranız varsa ve iyi bir koşu ayakkabısı istiyorsanız kesinlikle ve kesinlikle şahsi kanaatimce bundan saha iyisini bulamazsınız. Bulmak demişken bu ayakkabı sınırlı sayıda getirilmiş, her renkten ve numaradan sayılı mağazalarda birer tane var. Her nike mağazasında da bulamayabilirsiniz. Ama telefonla sorarsanız yardımcı olurlar herhâlde.

Aldığımdan beri sürekli anlata anlata bitiremediğim bebeklerim işte bunlar.

Eşyalarına fazla bağlanan blogger’ınız,
Öptüms.  

20 Mayıs 2012 Pazar

Sizin İçin Kendimi Deney Faresi Yaptım

Bugün üçüncü gün olacak, sizin için, daha doğrusu review yazmak için bazı ürünleri tam etiketlerinde yazdığı gibi kullanarak test ediyorum.
Bekleyin beybiler,
Dürüstlüğün şövalyesi Blogger'ınız,
Öptüms

Saçlar & Şampuanlar

Hazır saçlarla ilgili bir post yazmışken devam edeyim. Özetle dalgalı olduğu halde bir anda bütün hacmini kaybedip kafama yapışabilen, ince telli yağlı saçlara sahibim. (tüm dünyadaki yağlı saçlı kızlar, birleşip kuru saçlıları ezelim, ortaçağ güzellik standartlarını geri getirelim!)bir insanın saçında bulunabilecek bütün dezavantajlara sahipken saçlarım nasıl bu kadar iyi gözüküyor diye merak ediyorsunuzdur şimdi siz. (bahsi geçen saçlar aşağıdaki komikli şakalı resimde gözlemlenebilir.)


(Mühendisliği bırakıp grafiker olmalıyım bence)

Fotoğraf biraz eski ama ana fikir aynı. Şu an benzer bir kesim kullanıyorum. Saçlarım her zamanki yağlanma azminden hiçbişey kaybetmedi.

Öncelikle kızlar, yağlı saça çözüm yok. Evet yok. Gerçekten yok. En az 3 farklı dermatoloğa danıştım ve hahayt deyip güldüler. 2sinin kendi saçı da yağlıydı. Yağlı saçlarınızdan tamamen kurtulamayacağınız, sürekli yağlı saçlarla gezmek zorunda olduğunuz anlamına gelmiyor tabi ki.

Önce yağlı saç neden yağlı onu açıklıyım. Saç deriniz, saçınızı korumak için belli bir miktar sebum salgılıyor. Yağlı saçtan şikâyetçi olan insanlarda ise bu salgı normalden fazla salgılanıyor. Yağlı saç şampuanları çoğunlukla bu sebumu söküp attığından saçınızın diplerinde yağlanmayı en fazla bir gün geciktirirken, uçlarını tamamen kurutuyor. Diplere yağlı saç için, uçlara kuru saçlar için şampuan uygulamaya kimse uğraşmayacağı için bu potansiyel çözümü eliyorum. Zaten bana sorarsanız 1,5 seneden fazladır yağlı saçlar için yaratılmış “arındırıcı” şampuanları kullanmıyorum. Saçlarımın bir sonraki yıkamasını bir güncük geciktirmek için saç uçlarımın kırık ve kuru olması bence yüksek bir bedel.

Kısaca yağlı saçlara sahipseniz saçlarınızı sık sık yıkamaya alışmak zorundasınız. Ben şahsen 3 günde bir yıkıyorum ve son gün biraz rahatsız edici görünmeye başlasa da bundan daha sık yıkamak da bu sefer saçınızı yıpratacaktır. Zaten bazı radikal dermatologlar saçları haftada bir hatta ayda bir yıkamayı öneriyor.

Bir fikriniz olması açısından denediğim ve memnun kalmadığım şampuanları listeliyim,

Dove Yağlı Saçlar için Arındırıcı Şampuan & Saç Kremi (ilk iki gün çok temiz saçlarınız oluyor ancak 3. Gün birden zeytinyağı dökmüş gibi oluyorsunuz, ayrıca saçları kurutuyor)

Pantene Aqua Light (sonuç iyi, saçlarınız kesinlikle daha hafif ve uçuş uçuş hissediyor ama gene üçüncü gün birden yapsyağlı saçlar)

L’oréal Elséve Yağlanma Karşıtı Şampuan & Saç Kremi (hepsinin içinde favorim, saçımı en az kurutan ama aynı zamanda diğerlerinden daha erken yağlandıran)

Kérastase Specifique Bain Clarifiant (fiyat/fayda kıyaslamasında en kötü buydu çünkü küçük bir şişesi ben kullandığım sıralar 30 TL civarındaydı ve bana sorarsanız Elseve’den çok da iyi bir özelliği yoktu)

Elidor Arındırıcı Ferahlık ( ki tüm şampuanlar içerisinde en düşük performansı verendir ve markayı genel olarak hiç sevmem.)

Birçok iğrenç kokulu tıbbi şampuan ( hiçbiri bir işe yaramadığı gibi yüzünüzden akarken yüzünüzü bile kurutuyorlar)

Organicum Yağlı Saçlar için Şampuan (bu bildiğiniz bulaşık deterjanı ama organik)

Bir de Head & Shoulders var ki saçınıza onu süreceğinize çimento dökün.

Şu an aklıma getirebildiklerim bunlar, çünkü uzunca bir süredir yağlı saçlar için yapılmış şampuanlar kullanmıyorum.

Bir de yağlı saç sahiplerinin çok sık yaptığı bir hata var ki o da saç kremi kullanmamak. Süper yanlış. Zaten arındırıcı şampuanların kuruttuğu saç uçlarınız çölde mecnun gibi susuzluktan yanıyorlar. Sonra bir de tararken çıtır çıtır kırılıyorlar.

Yağlı saçlarınızla barışın yani kızlar. Bilim dünyası bizler için gece gündüz çalışıyor. Çözüm bulucaklar. (di mi?)

Bunca deneme yanılmadan sonra kuaförümün tavsiyesiyle yoğun nemlendiricili şampuanlar kullanmaya başladım. Çünkü saçlarım arındırıcı şampuanlar ne var ne yoksa söküp attıkları için kuru, kırılgan form olarak da kadayıfı andırır haldeydi. Bu fazda ilk kullandığım ve çılgınca memnun kaldığım şampuan Sebastian’ın Penetraitt serisi.

Bu seriyi ne kadar methetsem az gelir. Türkiye’de gözlemlediğim kadarıyla pek kıymeti bilinmeyen bir marka. İlk önce kuaförümden 250 ml’lik şişeler halinde şampuan ve saç kremini ve miktarını hatırlamadığım bir tüpte de saç maskesini aldım. O kadar memnunötesi kaldım ki Amerika’da yaşayan bir arkadaşıma şampuanı ve saç kremini litrelik bidonlarda getirttim. (Türkiye’de 250 ml’lik şişeler 40 lira civarında, ben 2 tane 1lt lik bidonu 50 dolar gibi bir fiyata aldım.)

Yağlı saçların büyük probleminden yukarıda bahsetmiştim. Saçların dibi yağlı uçları kuru oluyor diye. İşte bu uçlardaki kuruma ne kadar kötüleşirse saç deriniz o kuruyan kısımları da beslemek için daha fazla sebum salgılıyor, siz de daha fazla sebumla başa çıkmak için daha fazla arındırıcı şampuan kullanıyorsunuz ve bu kısır bir döngü halinde devam ediyor.
İşte yoğun nemlendirici kremler de tam bu noktada devreye giriyor ve saçlarınızdaki kurulukla mücadele ederek saçınız yağlanacaksa da makul miktarlarda olmasını sağlıyor. Ayrıca isterseniz nemlendirici bir şampuanla hacim verici bir saç kremi kullanarak yağlı saçlarının bir de ince telliyse iyi bir bileşim elde edebilirsiniz. Tavsiyem yine Sebastian’dan Light serisinin saç kremi olacaktır.

Bu şampuanlar 7-8 liralık şampuanlar kullanıyorsanız alırken ilk başta pahalı gelebilir ama kıvamları gerçekten konsantre ve normalde kullanacağınız şampuan/saç kremi miktarının yaklaşık 1/3üyle aynı sonucu elde edebiliyorsunuz. 1 litrelik bidonlar bana haftada 3 kez yıkama temposunda yaklaşık 6 ay dayandı. Hesaplarsanız aylık saç bakımı masrafınız çok çok makul bir paraya geliyor. (zaten fiyat değil değer kıyaslaması her zaman daha iyidir bence.)

Penetraitt serisinden saç maskesini de haftada ya da 2 haftada bir yapıyordum, ve saçlarım tam prenseslere layık oluyordu. Evime gelen arkadaşlarım şampuanlarımı bir kere kullandıktan sonra bir daha vazgeçemiyorlardı.

Şimdi ise yaklaşık 2 aydır başka bir şampuan kullanıyorum. Şampuanımı/saç bakım ürünlerimi değiştirme sebebimin memnuniyetsizlikle hiçbir alakası yok, sadece saçlarımı boyamayı da bıraktığım için organik/doğal/zararlı kimyasallar içermeyen bir ürün arayışımda bir sonuca vardım.

Şimdi size şampuanlarınızda hatta cildinize sürdüğünüz hiçbir şeyde bulunmaması gereken kimyasalları sayayım ki siz de kendiniz içindekiler bölümünü okurken bir fikir sahibi olun.

SLS (Sodium Laureth Sulfate): Sadece bu değil, sülfatların her türlüsü saçlarınıza zararlı, özellikle boyalı saçlarda boyanın solmasını çok hızlandırıyor.

Parabenler: Güzellik ürünlerine koruyucu olarak katılan bu maddeler, cildinizden emilerek vücudunuza girdiğinde östrojen taklidi yapıp vücutta bozukluklara neden oluyor. Mümkünse kullandığınız kozmetiklerin hiçbirinde olmamasına dikkat edin.

Renklendiriciler: çoğunlukla zararlı değiller ancak şampuanınızın renkli olması hayati bir ihtiyaç olmadığından en az bir fazla çeşit kimyasaldan kurtulmuş oluyorsunuz bunu eleyerek.

Pthalate: fitalatlar da aynı şekilde vücudunuzda endokrin sisteminizde bozukluklara yol açabiliyor.

Petroleum: Petrol türevi bütün ürünleri kapsayan bu başlık açıklamaya ihtiyaç duymuyor bence.

Phosphate: vücuduna zararları dışında çok küçük bir miktarı su kirliliği açısından önemli problemler yarattığı için çevreye de zararlı olan bu maddelerden kaçınmak gerekiyor.

(isimleri ingilizce yazdım çünkü içindekiler kısmı türkçe olan bir ürün görmedim hiç)

Bütün bu bahsettiğim maddeleri içermeyen, aynı zamanda iyi sonuç veren bir şampuan bulmam tamamen tesadüf eseri gerçekleşti. Aslında argan yağı içeren ürünler ararken Live Clean isimli bir markayla tanıştım. Hem sağlığa zararsız, %98 bitkisel içerikli çeşitli kişisel bakım ürünleri üretiyorlardı hem de çevre bilinci yüksek yani green bir markaydı.

Hemen atlayıp argan oil içeren serilerinden şampuan, saç kremi ve leave-in conditioner aldım. Hepsine de bayıldım. Öncelikle saçlarınız yıkama sonrasında gıcır gıcır olmuyor, zaten o his şampuanlardaki SLS den kaynaklanıyor. Saç kremi ise dreamy. Benim için çok önemli bir ayrıntı olan koku da bu seride harika. En beğendiğim ürün ise leave in conditioner oldu. Saçlarımı en son kesimden beri sadece bu organik seriyle yıkadım ve leave in conditioner ı sürekli saç uçlarımda kullandım. Isıyla şekillendirmeden de kaçındığım bu iki aydan sonra saçlarımda şu an kırık uçlar yok denecek kadar az ve süper yumuşak süper parlak saçlara sahibim. Ayrıca yaşattığı psikolojik doyum da oldukça güzel çünkü doğaya zarar vermeden güzel oluyorsunuz. My Little Pony süperliğine erişiyorsunuz.

Hem My Little Pony hem Princess Leia! Awesome Patlaması!


Argan yağının süperliklerinden bahsetmeme gerek olursa onun için de ayrı bir post yazarım, kendisi güzellik dünyasının yeni sansasyonu oluyor.



Live Clean ürünleriyle ilgili bilgi için şuraya bakabilirsiniz,
Türkiye’de Watson’s larda satılıyor, yaklaşık 25 lira civarında şampuan ve saç kremlerinin fiyatları.

Sebastian ürünleri ile ilgileniyorsanız da sizi şuraya  alalım.

23 yaşında My Little Ponyler içeren bir blog postuna imza atan Blogger'ınız,
Öptüms