30 Mayıs 2012 Çarşamba

Girl Crush

Girl Crush'ı haftalık bi post yapıcam bundan sonra. Zaten o kadar çok Girl Crush'ım var ki yıllarca hepimize yeter. Bu haftaki Crush'ım Jessica Chastain. Malumunuz Cannes yeni bitti. Taze taze bi look seçtim sizler için. Kendisi ABD'nin güneyinden kopup gelmiş, çok başarılı bir aktris. Son iki ödül sezonudur da kimse kendisine doyamıyor. 

Doğal kızıl saça olan hayranlığım çevremdekilerce bilinir. Kızıllar ne kadar şikayet ediyorlarsa renklerinden ben de o kadar bayılıyorum. Ama boya kızıl taraftarı değilim. Hele doğal olmayan kızıllar. Iy.

Bu kadını kim giydiriyor bilmiyorum ama meşhur bir stilist değilse şu an meşhur oluyordur. Kızıl saçlılık başlı başına bir look'tur. Ben hep saç rengine göre giyinme metodunu başarılı bulmuşumdur. Gerçekten de bazı saç renklerine bazı renkler hiç gitmiyor. Dikkat edin farkedeceksiniz. Bu kadın ve stilisti ise hem cilt hem saç rengini göre giyinmeyi tam 12'den vuruyor. 2 sezondur izliyorum, vasatın altında bile red carpet look'u yok kadının.



Makyajlar da her zaman ölçülü, zarif ve harika. Kızıl saç&renkli göze yapılabilecek en güzel makyajlardan biri, resimde gördüğünüz sıcak kahve ve kömür tonlarıyla smoky eye. Gözleri boğmadan, takma kirpiklerle yormadan harika bir look olmuş.

Geçen hafta paylaştığım tutorial da anlatıldığı gibi beyaz tene ölçülü makyaj yapmak çok zor. Allık ve ruj gül tonlarında ve pastel olunca dikkati gözlerden çalmamış. 

Marifet sadece makyajda da değil, harika bir gülümseme ve zerafet bu haftaki Girl Crush'ım olma onuruna ulaştırıyor sayın Chastain'i. Kendisi haberi alınca çok sevinecektir.



Saçları zaten harika bir doğal tonda olduğu için hafif dalgalar verilip ön perçemler arkadan zarif bir tokayla tutturulmuş. Saçlar ne kazık gibi semsert ne de pırasa gibi dümdüz. Bu kadına dair herşey gibi tam ölçüsünde.

Aksesuarlarla ilgili designer bilgisi bulamadım ama onlar da çok zarif ve basit.


Elbiseye gelince Frida Giannini'nin (Gucci'nin Kreatif Direktörü) önünde eğiliyorum.. Sen bu Red Carpet işini biliyorsun. Ten rengi ve saçlarla uyumlu rose gold renginde payetlerle işlenmiş göğüs altından oturan uçuş uçuş bir Stunner.


Ayakkabılar burda paylaştığım fotoğraflarda belli olmuyor, ancak onlarda rose gold tonlarında harika bantlı stilettolar.

Sen olmuşsun Jessica Chastain. Seni gidi zarif seni. 10/10.

Kızıl Saç heveslisi Blogger'ınız,
Öptüms.






Tırnak Batması

Tırnak batması dünyanın en acı verici ve en küçümsenen sağlık problemlerinden biri. Çoğu zaman kalıcı bir sonuç almak için birkaç farklı prosedür denemek gerekiyor.

Bizzat kendi deneyimim iki ayağımın başparmaklarından irili ufaklı toplam 6 operasyon şeklinde gerçekleşti. İlk önce sağ ayağımda sonra sol ayağımda yaşadığım bu illet sağlık problemini bir süre iki ayağımda birden yaşadım. Süper acı verici ve günlük hayatınızı kökünden değiştiren bir şey. Bir kere konforlu bir şekilde yürüyemiyorsunuz, konforu bırak acısız bi şekilde yürüyemiyorsun. Ben bu acıyı çektiğim süre boyunca hayatımı yatay şekilde geçirdim. Dolayısıyla bu zorunlu tembellik size kilo aldırıyor. Ayrıca sürekli açık ya da önü geniş ayakkabılar giymeniz gerekiyor. Parmağınızı acıdan korumak için yürüme biçiminizi değiştiriyorsunuz. Ben içe basmaya başlamıştım mesela.

Bildiğim kadarıyla genetik bir eğiliminiz de olabiliyor (örneğin tırnak yatağınızın biçimi başına bişey gelmediyse tamamen genetik) ama kendi hatalarınızla da bu problemi çağırabiliyosunuz. Yanlış ayakkabı, sürekli darbe almak, enfeksiyonlar, yanlış tırnak kesimi vs. ile.

Benimki genetik eğilimden oldu.

İlk başlarda sağ ayak başparmağımda sık sık tırnağımın bir tarafında batmadan dolayı enfeksiyon oluyordu, birkaç kere antibiyotik kullanarak enfeksiyonu kuruttuk fakat bu hastalığı değil belirtiyi tedavi eden bişey olduğu için geçiciydi. Problemi kökünden halletmezseniz enfeksiyon sürekli geri gelecektir.


1 sene kadar bu enfeksiyon böyle gitti, görünürde bölgeyi temiz tutuyordum, batticonla ve sabunlu suyla her gün temizliyordum. Fakat enfeksiyon tırnağımın altına yayılmış ve bir gün pansuman yaparken irinle beraber kan geldi. Eller ayaklar çok kanar bilirsiniz. Çok korktum ve hem hastalık hastası hem çok fazla ansiklopedi okumuş bir çocuk olarak aklıma milyon tane kötü ihtimal geldi. Hemen kendimi hastaneye götürttüm.  Bir hafta sonraya küçük bir operasyon için randevu verdiler. Bu sürede de antibiyotik kullandım iltihabı kurutmak için.

Küçük bir operasyon dediler. Ama korkudan bayılacaktım nerdeyse. Doğruya doğru operasyon küçük, bırak ameliyathaneyi genelde pansuman odasında yapıyorlar. Ama acıyor, hem de baya acıyor. Operasyon sırasında parmağınız kesilip biçilirken acımıyor tabiki. Lokal anestezi iğneleri acıtıyor. Parmağınızın çapı etrafında gerekli olduğu kadar, 4-5 iğne yapıyorlar. Ne kadar derine iniyor iğneler bilmiyorum ama bana kemiğime kadar inmiş gibi gelmişti. Haliyle çok acıyor. Ama son iki iğne diğerlerinden az acıyor çünkü parmağınız uyuşmaya başlamış oluyor. Burayı bütün ihtişamıyla anlatışım kimseyi korkutmak değil, olabildiğince abartmadan anlatmaya çalışıyorum. Ben bu operasyonu olurken bu kdr acıyacağını hiç bilmiyordum. Ve bilmek isterdim. Doktorlar bu kısmını pek söylemiyorlar. Onlara da hak vermek lazım, yaptıkları bir çok işleme göre odlukça küçük ve kısa süren bir işlem. Ancak o masadaki sizseniz ve ilk başınızdan böyle bir şey geçiyorsa zor bir deneyim. Hele hele benim gibi şımarık ve canı kıymetli bir çocuksanız acı fazla gelebilir. Bilemiyorum belki de benim acı eşiğim düşüktür. Ama aynı problemi yaşayan bir erkek arkadaşıma  takımlara tekme mi tırnak batması mı daha çok acıyor dediğimde kesinlikle tırnak demişti. Kızlarda kıyaslama yapıcak böyle bi acı olmadığı için bu örneği verdim.

Acı dediğim kısım 1 dakikadan az sürüyor. Daha sonra parmağınız uyuştuğundan size şişip balon olmuş gibi geliyor. Operasyonu basit bir şekilde anlatmak gerekirse tırnağınızın bir kısmını etten ayırıp, genelde tüm tırnağı çekmek yerine sadece batan tarafı kesiyorlar artık, kökünden çekiyorlar. Bu çekilen parçanın kalınlığı 4 mm falan. Daha sonra tırnak yatağınızın o bölümünü tahrip edip bir daha çıkmamasını umarak etinizi geri dikiyorlar. Tüm bunlar olurken gerçekten hiçbir acı hissetmiyorsunuz. İlk gece eve gittiğinizde acıdan uyuyamıyorsunuz. Çünkü anestezi geçtikten sonra o taze yara sıcaklığı oraya geliyor ve kalbiniz bütün gece orda atıyor. Bu aşırı acı sadece bir gece sürüyor genelde. Ağrı kesiciler benim durumumda pek faydalı olmamıştı.

1 hafta pansumana gidip geliyorsunuz, bu arada enfeksiyon için antibiyotik kullanmaya devam tabiki. Sonra dikişlerinizi alıyorlar. Benim geçirdiğim her 6 operasyonda da 4-5ten fazla dikiş atılmadı. Tabii bu arada ayakkabı giymeyi bırak terlik bile giyemiyorsunuz, çünkü başparmağınızda kocaman bir sargı oluyor, hiçbir yere sığmıyor parmağınız. Ben ikinci seferden sonra bir flip flop terliğin plastik kısmını kestikten sonra terliği ayağıma bantlıyordum. Minimum acı ve maksimum konfor.

İlk operasyondan sonra tırnağım geri çıkana kadar durum gayet iyiydi. 6 ay kadar acısız yaşadım. Özetle 6 ay boyunca her gün çekeceğiniz acıyı konsantre biçimde 2-3 günde operasyonla yaşayıp sonrasında bi süre rahat ediyosunuz.

Daha sonra aralıklarla aynı ayağımdan 2 defa daha operasyon geçirdim. İkinci de aynı şekilde sonuçlandı. 3ü de ise daha değişik bir metod denendi. Yazın memlekete gitmiştik, orda yine bu tırnak batmam alevlenince hemşire olan kuzenimin tavsiyesiyle orda bir hastanede operasyon geçirdim. Bu sefer tırnağımı çekmek yerine battığı yerdeki etleri aldı doktor. Düşünürseniz çok mantıklı, tırnağı değiştiremiyorsan parmağı değiştir.
İşte teoride çok mantıklı olan bu operasyon çok çok yanlış sonuçlandı. Apaçık biçimde enfeksiyon olan ayağıma antibiyotik vermeyen doktor sayesinde İstanbul’a geri döndüğümde çürümeye başlayan bir ayakbaşparmağım vardı. İki tarafa da 4er taneden dikiş atılmıştı ve ben 3 günde bir pansumana gidiyordum. Bu böyle enfeksiyonu yeninceye kadar tam 2,5 ay sürdü. 2,5 ay boyunca sürekli ağladım, ayağım iyileşmiyor, sürekli acıyor ve ben yazın ortasında hiçbi şey yapmadan evde oturuyordum. Pansumanımı yapan hemşirenin bile yarama bakarken içi geçiyordu çünkü sargıyı her açtığında derim gazlı bezle beraber kalkıyordu.
 Halimi tarif etmem gerekirse bir ayağımda ayakkabı bir ayağımda ayağıma bantlanmış bir terlik tabanıyla gezdiğimi düşünün. Hiç hoş bir görüntü değil.

2,5 ay sonunda sargılardan kurtulduğumda ise artık ayağıma bakamıyordum, evin içinde sürekli o ayağımda çorapla geziyor, captain hook gibi yürüyordum.

Ama artık bu kadar acının karşılığı mıdır nedir, o ayağımdan kabuklar düştükten, yaralar soyulduktan, derim yenilendikten sonra bir daha hiç şikayetçi olmadım. Zaten tırnağım batmak istese de batacağı bir yer yok. İki parmağım birbirinin aynı değil, ama inanın bu ödemeye değer bi bedel.

Diğer ayağımdan da aynı şekilde 3 operasyon geçirdim, 2si kısmi tırnak çekme, 3. Sü diğeri gibi etlerimde değişiklik şeklinde oldu.

6 operasyondan sonra artık dikişlerimi kendim alacak kıvama gelmiştim. Toplamda 40 dikiş ve 6 operasyon.  Tabii bu süreçte bir çok şey öğrendim. Artık ayaklarımın kendi geliştirdiğim bir yöntemle en azından mevcut durumlarını koruyabiliyorum. Yöntem şöyle, tırnağınızı biraz yukarı kaldırmak istiyorsunuz. Amaç tırnağın battığı yerle tırnağın arasına mesafe koymak. Bunu da şöyle yapıyorsunuz; tırnağınızı güzelce dezenfekte ettikten sonra, Furacin ya da aynı nitelikte antibakteriyel bir kreme batırdığınız ince bir pamuk parçasını tırnağınızla etinizin arasına sıkıştırıyorsunuz. Bu pamuğu sakın çok kalın yapmayın, bu sefer boşuna tırnağınızı zorlayıp yaralı bölgeye mikrop doldurabilirsiniz. Böyle böyle bu pamuktan destek alarak tırnaklarınız yükselecektir. Uzunca bir süre sürekli yaptığım bu işlemi artık ayda 1 veya 2 defa yapıyorum ve yeterli oluyor. Temizlik çok çok önemli, bunu yapamıyordsanız bile ayaklarınızı ılık sabunlu suyla veya Batticonla yıkayın. Hatta ben Batticon un sıvı sabununu ılık suya damlatıp ona ayağımı sokardım.

Şimdilerde yürüyüşüm düzeldi, tırnaklarıma bakabiliyorum, ve acı çekmiyorum.

İşte tavsiyeler;

Tırnak batması probleminizi sakın ama sakın pedikürcüler gibi sağlık uzmanı olmayan kişilere çözdürmeye çalışmayın. Hele ayağınızda enfeksiyon varken böyle bir şey yaptırıcaksanız ayağınızın üzerinden otobüs geçsin daha iyi.

Enfeksiyonları ciddiye alın. Zamanında müdahale edilirse benimki gibi tırnağın altına inmeden yokedebilirsiniz.

Kişisel kanaatim ayak sağlığı merkezlerine de gitmemeniz. Dediğim gibi doktora gidin. Bu işin uzmanı onlar. Ayak parmaklarınız ve yumuşak doku iltihapları hassas şeyler. Doktorlara güvenin.

Tam bilgi sahibi olmadan bıçak altına yatmayın.

Eğer yatarsanız da bilgilendireyim, yeniden ayakkabı giymenin doktorların söylediği gibi 1 hafta falan değil en az 3 hafta alıyor. Çünkü zaten en az bir hafta dikişler alınıncaya kadar sargınız bırak ayakkabıya sargıya sokulamayacak kadar büyük oluyo, dikişler alındıktan sonra 10 gün geçmiş oluyor ama bölgedeki hassasiyet ahla gitmediği için ben ayakkabı giyemiyordum.

Enfeksiyonu yendikten sonra da ayaklarınızı temiz tutun. Ilık suyla yukarda dediğim gibi beyaz sabunu yada bir damla Batticon sıvı sabunu karıştırın, bir yandan ayaklarınız temizlensin bir yandan bunu bir ayak banyosu gibi kullanıp dinlenin.

Yukarda söylediğim pamuk sokma ile ilgili de tavsiyelerim var, pamuğu en geç 3 günde bir, ıslandıysa hemen değiştirin. Pamuğu tırnağınızın ta dibine ittirmeniz gerekmiyor, amacımız sadece destek olmak.

Çorapsız ayakkabı giymeyin. Eğer çok terleyen ayaklara sahipseniz, ayağınız kendi teri içinde kaldıkça deriniz yumuşayacak ve batan yerde zedelenmeye daha müsayit olacaktır. Hem de sıcak ve nemli ortamlar birer bakteri cennetidir.

Ayakkabı seçerken başparmaklarınıza yeterince alan bırakın.

Umarım uzun yıllar canımı çok yakan bu problemle ilgili sizi biraz olsun aydınlatabilmişimdir. Ama her zaman böyle işlerde bir doktora danışın.


Operasyon Manyağı Blogger’ınız,
Öptüms.

Islak Saçlar

Bu postta yazacaklarımı annenizden milyon kere duymuş olabilirsiniz. Anneniz doğru söylüyo, ıslak saçla uyumayın.

Saçlarınıza ıslakken yapmamanız gereken birkaç şeyi bir arada hızlıca anlatıcam. Öncelikle saçlarınız ıslakken en kırılgan formlarından birinde bulunuyo, yani çekiştirmeseniz iyi olur. Bir Türk alışkanlığı olarak saçlar ıslak taranır. Eğer saç kremi & leave in conditioner kullanıyorsanız(kullanmıyosanız gözüm görmesin) zaten saçlarınız çekiştirmeye gerek kalmadan açılacak, kolayca taranacaktır. Benim tavsiyem banyoda saç kremini yağlayıcı olarak kullanıp kremi sürer sürmez saçlarınızı taramanız. Yoksa kırılgan saçlarınıza zarar verebilirsiniz. Saç kremini sadece saçlarımın en ucuna değil yaklaşık 3/4üne uyguluyorum. Zaten en tepesi hiç bi zaman karışmadığı için o bölüm problem oluşturmuyor.

Saç kreminden korkmayın kızlar. Saçlarınızı yağlandıran şey saç kremi değil (en azından iyi saç kremleri değil). Eğer illa saç kremini saçımdan tamamen durulamak istiyorum diyorsanız en azından uçlarında birazcık bırakın derim. Bir dirhem saç kremi bin kırık örter.

Neyse konudan sapmayalım. Islak saçlar diyorduk. Islak saçlarınızı saç kurutma makinasının en yüksek ayarıyla hemen kurutuyorsunuz. İşte orda çok yanlış yapıyorsunuz. Saçınızdan bütün nemi söküp atıyorsunuz. Zaten siz de göreceksiniz ki saçlarınızın görünüşünde bu şekilde kurutma ve doğal kuruma arasında dağlar kadar fark olacak. Bence acil durumlar dışında saçlarınızı kendi kendine kurumaya bırakın, ya da en azından biraz düşük ayarda kurutun.

Saçlarınızın en önemli güzellik kaynağı nemdir. Onları nemden mahrum bırakmayın L.

Saçları kurutamadık, hemen yatmamız lazım ama napıyoruz ıslak saçla yatmıyoruz. Hele hele uzun saçlıysak saçlarımızı ıslakken tepede dolayıp toplayıp uyumuyoruz. Saçlarınız ıslakken kırılgan ve yumuşak demiştim. Gece boyunca döne döne yufka gibi saçlarınızı ütülemekten beter ediyorsunuz. Sabah kalkınca bütün saçlarınız farklı yöne bakıyor oluyor en iyi ihtimalle. Daha kötüsü bütün gece nemli kaldığı için saçlarınızda benim hiç hoşlanmadığım nemli ev kokusu oluyor.

Eğer saçlarınızı hızlıca ve zarar vermeden kurutmak istiyorsanız birkaç önerim olucak.

Banyodan çıkarken saçlarınızı elinizle süzün. Çevirerek değil yalnız sadece sıkarak suyunu akıtın. Böylece saçınızdaki suyun büyük bi kısmını atmış olucaksınız zaten.

Sonra saçınızı havluya sarın, siz giyinirken o havlu biraz daha suyunu alsın.

5 10 dakika sonra havlunun diğer yüzünü çevirin, bir de unutmadan saçınıza kullandığınız havlunun çok yumuşak olmasına dikkat edin, sert havlular da aynı şekilde yufka saçlarınıza zarar verecektir.

Havlunun diğer yüzüyle saçlarınızı yavaşça kurulayın. Şimdi bir yandan saçınızı banyodayken taramadıysanız tarayabilirsiniz, tararken de havalanacağından buharlaşma hızlı olacaktır.

Nemin büyük bir kısmını böylece attıktan sonra saç kurutma makinasının ılık tarafıyla 2-3 dakika kuruttuktan sonra soğuğa geçin. Unutmayın buharlaşma her sıcaklıkta gerçekleşir. (mühendis!)

Dediğim gibi saçlarınızı kupkuru olucak diye yarım saat kurutma makinasında kurutmayın, ensenizi ve uçları kuruttuktan sonra diğer bölgeler kendiliğinden hızlıca kuruyacaktır.

Son olarak tavsiyem, leave in conditioner kullanmanız olur. ( leave in conditionerla ilgili de bi post yazıcam beklerim.)

Toplam tarif ettiğim işlem banyodan çıktıktan sonra üstünüzü giyindiğiniz süre dahil 15 dakkadan fazla sürmeyecektir. Kıymayın saçlarınıza, kuru saçla yatın.

Saçlarınızı sizin kadar seven Blogger’ınız,
Öptüms.

29 Mayıs 2012 Salı

Clinique Moisture Surge Tinted Moisturizer Değerlendirmesi

Öncelikle size biraz tinted moisturizer nedir ondan bahsediyim. Tam isabetli bi çeviri olmasa da kabaca renkli nemlendirici diyebiliriz. Cildinde pek fazla kusur olmayan, renk problemi yaşamayan, sıva gibi kapatıcı fondötenler yerine daha hafif bir kıvam arayanlar için ideal bir ürün. Hele bir de cildiniz kuruysa yağlı fondötenler yerine daha iyi bir seçim bence.

Renkli nemlendirici dediysek, rengi elinize sıktığınızda yoğun gözükebilir ama cildinizde yaydığınızda çok hafif olduğunu görüceksiniz. Son bir yıldır güzellik dünyasının yeni gözdesi olan bu ürün hemen hemen her iyi markanın yelpazesinde var.

Benim de cildim ayın 25 günü normal bi cilt gibi davranıp rasgele 5 günde birden cadı cildine dönüşebiliyor. İşte o günlerde cildime kireç süresim geliyor. Diğer günlerde ise sivilcem falan yoksa böyle bi ürün iyi gider diye düşünüyodum.



Kasım ayında yurtdışına çıkarken kendime bi şişe Clinique Moisture Surge Tinted Moisturizer aldım. Baya açık renk bi cildim olduğu için en açık tonu alacaktım fakat dünya genelinde stok kalmamış o yüzden 02 numaralı tonu aldım. Dediğim gibi tonu çok hafif olduğundan çok da farketmio zaten. 10 gün seyahatim boyunca her gün kullandıktan sonra o kadar memnun kaldım ki dönerken aynısından ablama da aldım. İkimiz de o gün bugündür memnunuz. Prensip olarak cildimin tamamına sürdüğüm fondöten nemlendirici gibi ürünlerde güneş koruyuculuğu olmasını tercih ederim. Bu üründe de yüksek olmasa da SPF 15 var. Zaten SPF 15 kış ayları ve günde 1 saat falan dışarda kalıyosanız yeterli bir koruyucu.

Şimdi madde madde değerlendirmem gerekirse, kapatıcılığı zayıf, ama zaten ürünün olayı o. Kıvamı oldukça güzel kolay sürülüyo. Konsantre oluşu güzel, yeşil mercimek kadar bi damlayı bütün yüzünüze yedirebiliyosunuz. Nemlendirirken yağlandırmıyor. Yağlı bi T bölgem olduğu için bu benim için önemli bir özellik. SPF içermesi artı bi özellik. Onun dışında ahım şahım bi ekstra özelliği yok. Başka markalardan Tinted Moisturizer denemediğim için kıyaslama yapamıycam ama benim beklentilerimi karşıladı.

Fiyatı free shoptan aldığım için yurtiçinden farklı olabilir, 15 euro civarındaydı galiba.

Clinique’i tercih etmemin sebebi ise diğer bir çok markaya göre daha az görünüşe/daha çok içeriğe yönelik olması. Markayı genel olarak seviyorum yani. Ve birçoğunuz için önemli olmayabilir ama benim için çok önemli bir ayrıntı olan ambalajlarına bayılıyorum bu markanın, ürünün hem kağıt kutusu hem de şişesi çok güzel bence.

Herşeyi içine katarsak bence 8/10 bi ürün.

Cadı Suratı


Cadı suratlı Blogger’ınız,
Öptüms





28 Mayıs 2012 Pazartesi

Lancôme Hypnôse Doll Lashes Değerlendirme

Şimdi sizlere son 6 aydır aşkla kullandığım rimelimden bahsedicem. Review yazayım yazayım derken, bi yandan ürünler deneyip biriktirirken , deneyip memnun kaldığım ürünleri yazayım bari dedim.


Bahsi geçen ürün başlıktan anlaşıldığı gibi Lancôme Hypnôse Doll Lashes maskara. Kendisi yukarıdaki resimde görülebilir. 

Geçen kasım ayında şöyle bir set halinde aldığım bu maskaradan süper memnun kaldım. Kalemi ne yalan söyliyim pek kullanmadım ama makyaj temizleyici harika. Pamuğa sürüp gözünüzün üstünde 30 saniye falan bekletip sonra hafifçe sildiğinizde makyajın çoğu çıkıyor ve sonrasında gözünüzün yağlı yağlı değil nemlenmiş bi halde oluyor. Şahsen göz bölgesinin mendillerle çekiştire çekiştire silinmesinin pek taraftarı değilim.

Maskaraları hijyen açısından 6 aydan fazla kullanmamak gerektiğinden bu kutuyu bi haftadır falan kullanmıyorum. Zaten 6 ay sonrasında rimellerim genelde kuruyor ve hoşuma gitmeyen bir kıvam alıyor.

Üşenmedim sizin için fotoğraflar çektim.

Bu kirpiklerimin doğal hali,


Prensip olarak ve düz kirpiklere sahip olduğum için genelde kıvırırım, kıvrılmış hali


 Bu da Lancôme Hypnôse Doll Lashes sürülmüş hali.

Ben kirpiklerime verdiği biçimi seviyorum ve hem uzatıp hem kıvrım vermesi çok iyi bi kombinasyon bence. Ayrıca bi kez kurudktan sonra sağa sola bulaşmıyo, ama 8 saatten sonra alt kirpiklerimden ufalandığı oluyo. Bide bazıları maskaraların böyle kazk gibi semsert olmasını istiyo, bu öyle değil yumuş yumuş oluyo. Ben öyle seviyorum zaten.

Fiyatına gelince ben o koskoca seti yamulmuyorsam 75 liraya falan almıştım. Maskarayı tek başına yurtdışından gelirken ablama da almıştım o zaman da yanılmıyorsam 25 euro falandı. 

Düz kirpikli Blogger'ınız.
Öptüms

27 Mayıs 2012 Pazar

Ayakkabılarına Aşık Olan Kız

LunarEclipselerime olan aşkımı obsesif bi manyak gibi gözükmeden nasıl anlatsam hiç bilemiyorum. Tek bir cümle hakkım olsa hayatımda sahip olduğum en rahat ayakkabılar der geçerdim. Ama burası benim içimden konuşmam gereken şeyleri yazdığım bir blog olduğundan obsesif kişiliğimi sizden saklamıycam.

Okuldan mezun olduktan sonra yüksek lisanlara başvuru tarihine boşta gezeceğimden o zamana kadar camış gibi yatacağıma biraz koşayım diye, hem de Apple ürünleri kullanmaya başladığımdan beri merak ettiğim Nike+ hadisesini denemek üzere bir koşu ayakkabısı arıyordum.

Bir iki ay kadar önce bir arkadaşımı beklerken vakit öldürmek amacıyla bir Nike mağazasına gireyim bir bakayım dedim. Ne kadar Nike+ a uygun koşu ayakkabısı varsa elinizde deniycem dedim, getirdiler. 6-7 çift ayakkabı hızlıca denedim .Giydiğim diğer ayakkabılarda evdeki ayakkabılarımdan farklı bir şey bulamayınca tam hayal kırıklığına kapılıyordum ki LunarEclipse leri getirdiler.

Giyer giymez farkı anlıyorsunuz, ayakkabı resmen ayağınıza sarılıyor. Ayak cenneti diye bir yer varsa işte bu ayakkabının içinde olduğuna inanıyorum. Bir kere çok hafif ayağınızda var mı yok mu hissetmiyorsunuz. Sahip olduğum en hafif ayakkabılar TOMS larımdı, bunlar onlardan bile hafif. Ayrıca tabanı muh-te-şem! Ne kadar vurgulasam az gelir. Taban bildiğim kadarıyla bu ayakkabıya özel tasarlanmış, adı da Lunarlon. Çeşit çeşit köpükten yapmışlar ayağınızın her bölgesine ayrı bir yumuşaklık ayarı oluşturmuşlar. Bu rahatlıkla ilgili ayrıntıları aşağıda Nike’ın kendi sitesine link vericem ordan inceleyebilirsiniz. Uzun uzun anlatıyor orda. Bir de değinmek istediğim son ayrıntı da serinin tamamının renklerinin çok güzel olması. Türkiye’ye serideki bütün renkleri getirmemişler, benimkiler aşağıda görmüş olduğunuz beybiler.

Bir kere benim uzun yıllardır tırnak batması problemim var, o yüzden ayakkabı alma konusu her zaman içimde bir sıkıntı yaratır. Tipine âşık olduğum ayakkabı ayaklarımı rahatsız eder, süper rahat ayakkabılar da anane stili olur vs. Bu yüzden beğendiğim birçok ayakkabıyı kendim alamayıp ablama aldırıp giydirdiğim çok oldu. İçimde devasa bir ukdedir ayakkabılar.

Bu ayakkabı o kadar süper ki en büyük ölçütüm olan My Little Pony lerle anlatıcam. My Little Pony ler ayakkabı giyiyor olsalardı bu ayakkabıları giyerlerdi. (My Little Pony reference again!) (immaturity 4ever)
Dükkâna geri dönelim. Ayağımı ayakkabıya soktuktan sonra yaşadığım konfor patlamasından satış danışmanı bir süre konuşmuş hiç duymamışım. Dostum bunu bana daha fazla pazarlamana gerek yok. Bu ayakkabı için bir parmağımı veririm dedim içimden.

Konfor patlamasını sizde denemek isterseniz yolunuz bir Nike mağazasına düştüğünde bir ayağınıza bunları bir ayağınıza başka ayakkabı deneyin.

Artık ayakkabıyı er ya da geç alacağımdan emindim. Hayatta her güzel şeyin bir bedeli olduğundan her meblağa hazır bir şekilde fiyatını sordum. 275 TL dediler. Böyle kâğıt üzerinde biraz çok gelebilir ama inanın o ayakkabıyı bir kere denedikten sonra aklınızda hiçbir şüphe olmuyor çünkü uzun bir süre çok faydalı bir şekilde yararlanacağınızı anlıyorsunuz.

Ne yazık ki o gün seyahatte olduğumdan ve kabin bagajıyla seyahat ettiğimden bavulumda yer yoktu ve hemen kavuşamadım. Ama hemen Google’a sarılıp ayakkabıları araştırdım. Verdiğim linkte sayfanın altlarında tanıtım videosu var. Hem profesyonel sporcuları hem benim gibi amatör olarak bir koşup gelenleri etkilemeye yetecek bir video.

Bahsi geçen link budur.

Video izlediğinizi varsayarak videoya yorum yapıcam. O bahsettiği ayağın ortasına sarılan yay gibi plastik şeyler dünyanın en süper şeyleri. Çünkü şahsen benim yaşadığım en büyük sorunlardan biri ayaklarımın terledikçe ayakkabının önüne doğru kayıp kayıp sonra da ön duvara çarpıp tırnağımı zedelemesi oluyordu. Bunda ise ayağınızın sabitlediğiniz yerden çıkmasının pek ihtimali yok.  Tabandaki harikalıkları ise anlat anlat bitiremem. Hem yere süper tutunuyor hem de fazladan sürtünüp hızınızı kesmiyor. Ön ve yanlardaki kumaş kısımlar içeri hava geçiriyor böylece ayaklarınız çok sıcaklamıyor. Topuk kısmında da yumuşacık bir yastık var, yeni ayakkabılarda sık sık yaşanan vurma diye bir durumu yaşamanız söz konusu değil.

Nike+ sensörü için tabanlığı çıkarınca küçük bir cep var, ama iPhone 3GS ten sonraki modeller için bu sensör olmadan kullanmak için Nike+ GPS diye bir application var. 4,99$ gibi bir fiyatı var. Sensörü almak isterseniz de 40-50 lira civarında. Ben GPS application ını tercih ettim. Adı üzerinde GPS app i olduğundan koşunuzun takip altına alınabilmesi için internet bağlantınız olması gerekiyor. Aşağıya app’den screencapler koydum. Baya başarılı bir app. 3G üzerinden rotanızı tespit ediyor, kendi araladığınız sıklıklarla size koşunuzla ilgili bilgi veriyor. Rekorlarınıza yaklaştığınızda ya da belli kilometre taşlarında ünlü sporcular size gaz veriyor.






Resmi giyinmem gereken yerler dışında aldığım günden beri, baba evinin şehrinde tanıdığım kimse de olmadığından sürekli bu badboyları giyiyorum. Bir sağlık problemimden dolayı bir süredir koşamıyordum sadece tempolu yürüyüş yapıyordum fakat 4-5 gün önce çakıl bir pistte koştum ve kendimi kısa bir süreyle superhero sandım.

Bir de 2 aydır neredeyse her gün bu ayakkabıları giyiyorum ve ağzı yüzü henüz yamulmadı, pek yamulacak gibi de durmuyor.

Eğer sağda solda boşta duran bir 275 liranız varsa ve iyi bir koşu ayakkabısı istiyorsanız kesinlikle ve kesinlikle şahsi kanaatimce bundan saha iyisini bulamazsınız. Bulmak demişken bu ayakkabı sınırlı sayıda getirilmiş, her renkten ve numaradan sayılı mağazalarda birer tane var. Her nike mağazasında da bulamayabilirsiniz. Ama telefonla sorarsanız yardımcı olurlar herhâlde.

Aldığımdan beri sürekli anlata anlata bitiremediğim bebeklerim işte bunlar.

Eşyalarına fazla bağlanan blogger’ınız,
Öptüms.  

20 Mayıs 2012 Pazar

Sizin İçin Kendimi Deney Faresi Yaptım

Bugün üçüncü gün olacak, sizin için, daha doğrusu review yazmak için bazı ürünleri tam etiketlerinde yazdığı gibi kullanarak test ediyorum.
Bekleyin beybiler,
Dürüstlüğün şövalyesi Blogger'ınız,
Öptüms

Saçlar & Şampuanlar

Hazır saçlarla ilgili bir post yazmışken devam edeyim. Özetle dalgalı olduğu halde bir anda bütün hacmini kaybedip kafama yapışabilen, ince telli yağlı saçlara sahibim. (tüm dünyadaki yağlı saçlı kızlar, birleşip kuru saçlıları ezelim, ortaçağ güzellik standartlarını geri getirelim!)bir insanın saçında bulunabilecek bütün dezavantajlara sahipken saçlarım nasıl bu kadar iyi gözüküyor diye merak ediyorsunuzdur şimdi siz. (bahsi geçen saçlar aşağıdaki komikli şakalı resimde gözlemlenebilir.)


(Mühendisliği bırakıp grafiker olmalıyım bence)

Fotoğraf biraz eski ama ana fikir aynı. Şu an benzer bir kesim kullanıyorum. Saçlarım her zamanki yağlanma azminden hiçbişey kaybetmedi.

Öncelikle kızlar, yağlı saça çözüm yok. Evet yok. Gerçekten yok. En az 3 farklı dermatoloğa danıştım ve hahayt deyip güldüler. 2sinin kendi saçı da yağlıydı. Yağlı saçlarınızdan tamamen kurtulamayacağınız, sürekli yağlı saçlarla gezmek zorunda olduğunuz anlamına gelmiyor tabi ki.

Önce yağlı saç neden yağlı onu açıklıyım. Saç deriniz, saçınızı korumak için belli bir miktar sebum salgılıyor. Yağlı saçtan şikâyetçi olan insanlarda ise bu salgı normalden fazla salgılanıyor. Yağlı saç şampuanları çoğunlukla bu sebumu söküp attığından saçınızın diplerinde yağlanmayı en fazla bir gün geciktirirken, uçlarını tamamen kurutuyor. Diplere yağlı saç için, uçlara kuru saçlar için şampuan uygulamaya kimse uğraşmayacağı için bu potansiyel çözümü eliyorum. Zaten bana sorarsanız 1,5 seneden fazladır yağlı saçlar için yaratılmış “arındırıcı” şampuanları kullanmıyorum. Saçlarımın bir sonraki yıkamasını bir güncük geciktirmek için saç uçlarımın kırık ve kuru olması bence yüksek bir bedel.

Kısaca yağlı saçlara sahipseniz saçlarınızı sık sık yıkamaya alışmak zorundasınız. Ben şahsen 3 günde bir yıkıyorum ve son gün biraz rahatsız edici görünmeye başlasa da bundan daha sık yıkamak da bu sefer saçınızı yıpratacaktır. Zaten bazı radikal dermatologlar saçları haftada bir hatta ayda bir yıkamayı öneriyor.

Bir fikriniz olması açısından denediğim ve memnun kalmadığım şampuanları listeliyim,

Dove Yağlı Saçlar için Arındırıcı Şampuan & Saç Kremi (ilk iki gün çok temiz saçlarınız oluyor ancak 3. Gün birden zeytinyağı dökmüş gibi oluyorsunuz, ayrıca saçları kurutuyor)

Pantene Aqua Light (sonuç iyi, saçlarınız kesinlikle daha hafif ve uçuş uçuş hissediyor ama gene üçüncü gün birden yapsyağlı saçlar)

L’oréal Elséve Yağlanma Karşıtı Şampuan & Saç Kremi (hepsinin içinde favorim, saçımı en az kurutan ama aynı zamanda diğerlerinden daha erken yağlandıran)

Kérastase Specifique Bain Clarifiant (fiyat/fayda kıyaslamasında en kötü buydu çünkü küçük bir şişesi ben kullandığım sıralar 30 TL civarındaydı ve bana sorarsanız Elseve’den çok da iyi bir özelliği yoktu)

Elidor Arındırıcı Ferahlık ( ki tüm şampuanlar içerisinde en düşük performansı verendir ve markayı genel olarak hiç sevmem.)

Birçok iğrenç kokulu tıbbi şampuan ( hiçbiri bir işe yaramadığı gibi yüzünüzden akarken yüzünüzü bile kurutuyorlar)

Organicum Yağlı Saçlar için Şampuan (bu bildiğiniz bulaşık deterjanı ama organik)

Bir de Head & Shoulders var ki saçınıza onu süreceğinize çimento dökün.

Şu an aklıma getirebildiklerim bunlar, çünkü uzunca bir süredir yağlı saçlar için yapılmış şampuanlar kullanmıyorum.

Bir de yağlı saç sahiplerinin çok sık yaptığı bir hata var ki o da saç kremi kullanmamak. Süper yanlış. Zaten arındırıcı şampuanların kuruttuğu saç uçlarınız çölde mecnun gibi susuzluktan yanıyorlar. Sonra bir de tararken çıtır çıtır kırılıyorlar.

Yağlı saçlarınızla barışın yani kızlar. Bilim dünyası bizler için gece gündüz çalışıyor. Çözüm bulucaklar. (di mi?)

Bunca deneme yanılmadan sonra kuaförümün tavsiyesiyle yoğun nemlendiricili şampuanlar kullanmaya başladım. Çünkü saçlarım arındırıcı şampuanlar ne var ne yoksa söküp attıkları için kuru, kırılgan form olarak da kadayıfı andırır haldeydi. Bu fazda ilk kullandığım ve çılgınca memnun kaldığım şampuan Sebastian’ın Penetraitt serisi.

Bu seriyi ne kadar methetsem az gelir. Türkiye’de gözlemlediğim kadarıyla pek kıymeti bilinmeyen bir marka. İlk önce kuaförümden 250 ml’lik şişeler halinde şampuan ve saç kremini ve miktarını hatırlamadığım bir tüpte de saç maskesini aldım. O kadar memnunötesi kaldım ki Amerika’da yaşayan bir arkadaşıma şampuanı ve saç kremini litrelik bidonlarda getirttim. (Türkiye’de 250 ml’lik şişeler 40 lira civarında, ben 2 tane 1lt lik bidonu 50 dolar gibi bir fiyata aldım.)

Yağlı saçların büyük probleminden yukarıda bahsetmiştim. Saçların dibi yağlı uçları kuru oluyor diye. İşte bu uçlardaki kuruma ne kadar kötüleşirse saç deriniz o kuruyan kısımları da beslemek için daha fazla sebum salgılıyor, siz de daha fazla sebumla başa çıkmak için daha fazla arındırıcı şampuan kullanıyorsunuz ve bu kısır bir döngü halinde devam ediyor.
İşte yoğun nemlendirici kremler de tam bu noktada devreye giriyor ve saçlarınızdaki kurulukla mücadele ederek saçınız yağlanacaksa da makul miktarlarda olmasını sağlıyor. Ayrıca isterseniz nemlendirici bir şampuanla hacim verici bir saç kremi kullanarak yağlı saçlarının bir de ince telliyse iyi bir bileşim elde edebilirsiniz. Tavsiyem yine Sebastian’dan Light serisinin saç kremi olacaktır.

Bu şampuanlar 7-8 liralık şampuanlar kullanıyorsanız alırken ilk başta pahalı gelebilir ama kıvamları gerçekten konsantre ve normalde kullanacağınız şampuan/saç kremi miktarının yaklaşık 1/3üyle aynı sonucu elde edebiliyorsunuz. 1 litrelik bidonlar bana haftada 3 kez yıkama temposunda yaklaşık 6 ay dayandı. Hesaplarsanız aylık saç bakımı masrafınız çok çok makul bir paraya geliyor. (zaten fiyat değil değer kıyaslaması her zaman daha iyidir bence.)

Penetraitt serisinden saç maskesini de haftada ya da 2 haftada bir yapıyordum, ve saçlarım tam prenseslere layık oluyordu. Evime gelen arkadaşlarım şampuanlarımı bir kere kullandıktan sonra bir daha vazgeçemiyorlardı.

Şimdi ise yaklaşık 2 aydır başka bir şampuan kullanıyorum. Şampuanımı/saç bakım ürünlerimi değiştirme sebebimin memnuniyetsizlikle hiçbir alakası yok, sadece saçlarımı boyamayı da bıraktığım için organik/doğal/zararlı kimyasallar içermeyen bir ürün arayışımda bir sonuca vardım.

Şimdi size şampuanlarınızda hatta cildinize sürdüğünüz hiçbir şeyde bulunmaması gereken kimyasalları sayayım ki siz de kendiniz içindekiler bölümünü okurken bir fikir sahibi olun.

SLS (Sodium Laureth Sulfate): Sadece bu değil, sülfatların her türlüsü saçlarınıza zararlı, özellikle boyalı saçlarda boyanın solmasını çok hızlandırıyor.

Parabenler: Güzellik ürünlerine koruyucu olarak katılan bu maddeler, cildinizden emilerek vücudunuza girdiğinde östrojen taklidi yapıp vücutta bozukluklara neden oluyor. Mümkünse kullandığınız kozmetiklerin hiçbirinde olmamasına dikkat edin.

Renklendiriciler: çoğunlukla zararlı değiller ancak şampuanınızın renkli olması hayati bir ihtiyaç olmadığından en az bir fazla çeşit kimyasaldan kurtulmuş oluyorsunuz bunu eleyerek.

Pthalate: fitalatlar da aynı şekilde vücudunuzda endokrin sisteminizde bozukluklara yol açabiliyor.

Petroleum: Petrol türevi bütün ürünleri kapsayan bu başlık açıklamaya ihtiyaç duymuyor bence.

Phosphate: vücuduna zararları dışında çok küçük bir miktarı su kirliliği açısından önemli problemler yarattığı için çevreye de zararlı olan bu maddelerden kaçınmak gerekiyor.

(isimleri ingilizce yazdım çünkü içindekiler kısmı türkçe olan bir ürün görmedim hiç)

Bütün bu bahsettiğim maddeleri içermeyen, aynı zamanda iyi sonuç veren bir şampuan bulmam tamamen tesadüf eseri gerçekleşti. Aslında argan yağı içeren ürünler ararken Live Clean isimli bir markayla tanıştım. Hem sağlığa zararsız, %98 bitkisel içerikli çeşitli kişisel bakım ürünleri üretiyorlardı hem de çevre bilinci yüksek yani green bir markaydı.

Hemen atlayıp argan oil içeren serilerinden şampuan, saç kremi ve leave-in conditioner aldım. Hepsine de bayıldım. Öncelikle saçlarınız yıkama sonrasında gıcır gıcır olmuyor, zaten o his şampuanlardaki SLS den kaynaklanıyor. Saç kremi ise dreamy. Benim için çok önemli bir ayrıntı olan koku da bu seride harika. En beğendiğim ürün ise leave in conditioner oldu. Saçlarımı en son kesimden beri sadece bu organik seriyle yıkadım ve leave in conditioner ı sürekli saç uçlarımda kullandım. Isıyla şekillendirmeden de kaçındığım bu iki aydan sonra saçlarımda şu an kırık uçlar yok denecek kadar az ve süper yumuşak süper parlak saçlara sahibim. Ayrıca yaşattığı psikolojik doyum da oldukça güzel çünkü doğaya zarar vermeden güzel oluyorsunuz. My Little Pony süperliğine erişiyorsunuz.

Hem My Little Pony hem Princess Leia! Awesome Patlaması!


Argan yağının süperliklerinden bahsetmeme gerek olursa onun için de ayrı bir post yazarım, kendisi güzellik dünyasının yeni sansasyonu oluyor.



Live Clean ürünleriyle ilgili bilgi için şuraya bakabilirsiniz,
Türkiye’de Watson’s larda satılıyor, yaklaşık 25 lira civarında şampuan ve saç kremlerinin fiyatları.

Sebastian ürünleri ile ilgileniyorsanız da sizi şuraya  alalım.

23 yaşında My Little Ponyler içeren bir blog postuna imza atan Blogger'ınız,
Öptüms





Haftanın Tutorial'ı

Günün tutorial'ı sıkı takipçisi olduğum, kendileri zaten makyaj okulu sahipi profesyonel makeup artist olan Pixiwoo kardeşlerden geliyo. Kendim de süper beyaz tenli olduğum için ilk tutorial bu sıkıntıya hitap etsin istedim.

Videoda bahsi geçen Christina Hendricks aşağıda gördüğünüz bir içim süt (haha ten rengi şakası!) kadın oluyor,




Bi fikriniz olsun diye bikaç farklı tarihten farklı makyajlar seçtim. Özellikle ikinci fotoğrafı büyütüp incelerseniz detayları görceksiniz. ( kirpiklerin sadece ortasına takma kirpik kalpkalpkalp)

Tutorial da bu;




Bol tutoriallı Blogger'ınız,
Öptüms.

19 Mayıs 2012 Cumartesi

Saçlar Üzerine

Vücudumda güzelliğine güvendiğim bir yerim varsa o da uzunca bir süredir bel hizası civarında gezinen saçlarımdır. Yapısal olarak ince telli ve yağlı saçlarım var. Ancak yıllardır aynı problemlerle boğuşunca kendimce bi başa çıkma mekanizması geliştirdim.

Öncelikle kuaförler sürekli yineliyor, çoğu zaman salona gelin diye söylüyorlar sanıyorsunuz ama saçları gerçekten de sık sık kestirmek gerekiyor. Çünkü saçlarınızın ucunda kırıklar oluştuğu zaman önlem almazsanız kırık saç teli boyunca yükseliyor. Aynı kangren gibi. Tabii öldürmüyor J. Peki ne sıklıkla kestirmek gerekir derseniz saçlarınızın tipine bağlı olmak üzere 2-3 ayda bir kestirmeniz uygun olur diye düşünüyorum. Kahkül yada yüz çevresinde şekilli bir kesiminiz varsa zaten bu süre aralığı sizin için zorunlu gibi bişey.

Türk kuaförlerinin genellenebilecek tek bir özellikleri varsa o da kesimden önce sizin belirttiğiniz uzunluğun en az iki katını kesiyor olmalarıdır. Çoğunlukla bu yüzden aslında istedğinizden daha az bir uzunluk vermeyi keşfetmişsinizdir bi kaç hayal kırıcı kesimden sonra. Ancak umudunuzu kaybetmeyin kızlar. Saçlarınızı tam olarak istediğiniz gibi hatta istediğinizden güzel kesen kuaförler de var. Beyaz atlı prens gibi nadir bişey ama var. (beyaz atlı prens diye bişey var, di mi?)

Belki dünyanın en snob görüşü ama ben her zaman nispeten pahalı kuaförleri tercih ettim, çünkü daha iyi hizmet alacağıma inanıyordum. Ve 3 sene boyunca kuaför kuaför gezdim. Dünyanın parasını alıp aynı saç rengini iki ay üstüste tutturamayan kuaförlerim oldu. Yılmadım. Boya sonrasında ensem amonyak kokarak dolaştım. Yılmadım. Simetrik olmayan saç kesimlerim oldu. Yılmadım. Ensemdeki ve alnımdaki küçük saçlar yıllarca fön çekilirken ihmal edildi. Yılmadım.

Sonunda aradığım kuaförü buldum. Bahsi geçen kuaför Bağdat Caddesi’ndeki Makas Kuaför. Ne kadar methetsem az. Bildiğim kadarıyla meşhur lüks kuaför zinciri Erdem Kıramer’in oğlu tarafından kurulmuş, iddiası da aynı kalitede hizmet daha ucuza sağlamak. Bunu nasıl sağlıyor diye sorarsanız kuaför salonları tamamen gerekli ölçülerde, lüks televizyonlar mermerler gibi dekoratif şeyler yerine sadece aldığınız hizmet için para ödüyorsunuz. (bütün bunları bu kuaför zinciri ilk açıldığı zaman kurucunun yanılmıyorsam milliyet gazetesine verdiği bi röportajdan edinmiştim, zaten kuaföre en baştan gitme sebebim de o makale oldu.)ilk önce kısıtlı semtlerde şubeleri olduğu için beşiktaşta bahçeşehir üniversitesi kampüsünün karşısındaki şubelerine gidiyordum. Bağdat caddesi şubesi açıldığından beri de oraya gidiyorum. ( Göztepe parkının hemen karşı tarafında yer alıyor.)

Makaleye buradan ulaşabilirsiniz.
Kuaför zincirinin kendi sitesi de şurada.

En iyi reklam “Word of mouth” tur derler ya, aynen öyle oldu. Aldığım hizmete normalde ödediğimden az para ödeyip çok da memnun olunca, ilk önce ablamı sonra da yakın kız arkadaşlarımı onlara yönlendirdim.

Neden bu kadar memnun kaldığımı ise oradan aldığım hizmet türleri ve memnuniyetimle örneklendirerek anlatıyım.

Öncelikle boyada gerçekten çok iyiler. Elde resimle kuaföre hepimiz en az bir kere gitmişizdir. Ve eğer yapılabilecek bir renkse aynısını yapıyorlar. Ve bilirsiniz normalde bir çok kuaförde dip boyası yaptırırken boyayı önce diplerinize sürüp bekleyip sonra saçınızın tamamına uygularlar. Ben bunu iyi bişey sanıyordum. Meğerse saçın dibiyle geri kalanının rengi tutsun diye yapıyorlarmış. Boşu boşuna her ay değişen bir saç rengi ve fazladan kimyasala maruz kalmış oluyordum. Burada ise sadece saçınızın dibindeki kendi saç renginize boya uygulanıyor. Ve saçınızın geri kalanıyla birebir aynı rengi elde edebiliyorlar.
Makas’a ilk gittiğimde saçımda bantlar halinde 3 farklı ton karamel vardı. O üç farklı ton karamele üç farklı boyayla müdahale ederek tek bir üniform renge dönüştürdüler.
Ayrıca herhangi bir işlem yaptırmadan önce doktor muayenesi gibi bi konsültasyon masaları var orada hizmet alacağınız kuaförle beraber istediğiniz modeli/rengi vs. tartışıyorsunuz ve en baştan olup olmayacağını/fiyatı söylüyorlar. Böylece iki tarafta da gerçekdışı beklentiler olmuyor.

Gelelim kesimlere, son 2 yıldır Makas’tan başka hiçbir yerde kestirmediğim saçlarımdan hiç olmadığı kadar memnunum. Öncelikle istediğiniz kesimi tam olarak anlatırsanız, tam istediğiniz gibi yapıyorlar. Yakışmayacak bir kesimse bile baştan söylüyorlar. Sadece uçlardan aldırmak için gittiğiniz kesim bile ortalama bir saat sürüyor. Çünkü kelimenin tam anlamıyla her saçınızla tek tek ilgileniyorlar.


Fiyatlar ucuz dediysem mahalle kuaförü ayarında değil. Ama inanın aldığınız hizmet karşısında değerlendirirseniz her kuruşa değdiğini göreceksiniz.

Bir de dükkanın “attitude” undan bahsetmek isterim. Tek kelimeyle "cool". Bilmiyorum vardığım kanı doğru mu ama, çıraklıktan gelme değil de saç tasarımı işini gerçekten yapmak istedikleri için orda olan insanlar çalışıyor gibi geliyor bana orda. (Zaten bir akademileri varmış orada, işin ciddiyetine yaraşır biçimde eğitim veriyorlarmış.)

Hayatta en sinir olduğum ilk üç şeye girmesi muhtemel bir şey varsa o da kuaför muhabbetidir. Bendeniz yaradılış itibarıyla tanımadığım insanlara mermer suratım ve ketum kişiliğimle yaklaşırım. Ve kuaförlerin saçımı yaparken benle konuşmaya çalışmaları, o fön gürültüsü içinde hiçbir anlamı olmayan sohbetler etmek şimdi yazarken bile canımı sıkıyo. Buradan talep ediyorum, müşterilerle yapılan işlemle ilgili konular dışında konuşmak yasaklansın. Şimdi bunları diyince kendimi iğrenç bi insan gibi hissettim onlar da insan, belki konuşmak istiyorlardır diye düşündüm. Ama ne bileyim, saçlarınız da çok uzunmuş, boyayı nerde yaptırdınız, kesiminizi yenilemeniz gerek gibi ( her kuaförün bir diğerini saçlarınıza bakarak karalaması da tamamen ayrı bi hikaye,saçımı bizzat kendisi kestiği halde bidahaki gidişimde tanımayıp kendi kesimini kötüleyen kuaförle karşılaşmışlığım çoktur.) muhabbetler de içini açmak için çok yanlış başlangıç cümleleri gibi geldi. Dostum şu an benim en kıymetli hazinem, saçlarımla uğraşıyosun, zaten diken üstündeyim sus da işine bak demek geliyor içimden. Neyse, makas’ta o saçma sapan muhabbetler de yok ciddi bir şekilde sadece yapılan işlemle ilgili konuşuluyor. (kötü hizmet verselerdi bile sırf bunun için buraya giderdim. 9GAGdeki socially awkward penguin bizzat benim çünkü. bkz: Socially awkward penguin)

Son olarak unutmuştum ekliyim, 6 ay falan önce saçlarımı boyamayı bırakacağımdan, saçlarımı kendi rengine boyatmaya gittim. Bilmiyorum biliyor musunuz ama doğal saç rengini boyayla yaratmak çok zordur çünkü boyalar çoğu zaman gerçek saçlardan daha pigmentlidir ve parlaklığı da çoğu zaman gerçek saçtan kat kat daha fazladır. Fakat imkansızı başardılar ve saçımı kendi rengine döndürdüler, hatta daha sonra başka bir şehirde gitmek zorunda kaldığım kuaförlerde saçlarım hep doğal sanıldı.

Parlak saçlı blogger'ınız,
Öptüms.

18 Mayıs 2012 Cuma

Lazer Epilasyon

Kızlar blogum Türkçe olduğuna göre burda hepimiz Türk'üz. Gen havuzumuz ortada, kabullenelim kıllıyız. Ben demiyorum. Her köşe başında en az bir ağdacı/güzellik merkezi yok mu? Tabelalarında en iyi ihtimalle bıyık/kaş diye bi ibare yok mu?


2 sene kadar önce işinin ehli(!) bir dermatolog tarafından aşırı hassas cildimin diğer bütün epilasyon yöntemlerine batık tüylerle karşı gelmesi sebebiyle lazer epilasyona yönlendirildim. Evimden milyonlarca km ötede olmasına rağmen üşenmedim Pendik'te doktorumun önerdiği o lazer merkezine gittim. Doktor kontrolünde bi salon olduğundan ve güvenli olsun diye ordaki dotkora da gözüktüm. Konsültasyon sonucu, tüm bacak, koltukaltı, yüz ve alt kol bölgelerime Alexandrite tipi lazer yaptırmaya karar verdik.


Alexandrite sözcüğünü vurguluyorum çünkü biçok güzellik merkezinde lazer diye müşterilere tanıtılan alet aslında IPL adı verilen (açılımı Intense Pulsed Light dan) aslında teknik anlamda lazer olmayan yoğun ışık üreten bir cihaz. 


Lazerle epilasyon teknolojisi dünyada 30-40 yıllık geçmişi olan bi teknoloji. Benim bildiğim kadarıyla doğru yapıldığı takdirde bir zararı yok. Alexandrite tip lazerler de kullanılan en verimli tiplerden biri. Lazerin diğer epilasyonlardan farkı ise epilasyon yaptırmak istediğiniz bölgenin üzerinde gezdirilen cihaz kıl köklerinize lazer ışınları göndererek kıllarınızı yakıyor, oluşan ısı da o kıl kökünü besleyen kılcal damarları kurutuyor. Böylece teoride kıl köklerinin beslenemediğinden o kökte kıl üretimi duruyor. 


Bu işle tıbbi anlamda ilgilenmediğim için bu konuda kendi çabalarımda araştırarak edindiğim bilgiler bunlar. Bu yüzden bi geçerliliği yok, sonra sorumluluk almam.


İstiyorsanız siz de şu adreslerden inceleyebilirsiniz: 


Wikipedia: dünyadaki bütün doğru bilgilerin bulunduğu yer (Sarkazm)
http://en.wikipedia.org/wiki/Laser_hair_removal


Mayo Clinic:
http://www.mayoclinic.com/health/laser-hair-removal/MY00134


Genel bilgiden sonra kişisel deneyimlerime gelelim. Sonuç: Tam bir fiyasko.


Pendik'te gittiğim merkeze 9 seans yüz, 6 seans vucudum için gittikten ve milyarlarca para ödedikten sonra, başlarken belirtilen yüz için 6-9 seans vucut için 4-6 seansta biter vaadinin gerçekten ne kadar uzak olduğunu gördüm. Kendimi enayi gibi hissettiğimden dolayı bir süre ara verdiğim tedaviye bütün dermatologlara lanet ederek devam etmek zorunda kaldım. Çünkü lazer öyle lanet bi tedavi ki eğer iyi gelmiyorsa durumu daha da berbat hale çeviriyor çünkü kıl kökleriniz işleme uygun değilse ışınlar tarafından (tam emin değilim) uyarılıyor ve kıllarınız ilk halinden daha koyu renkte ve daha güçlü çıkıyor(tabii ki tüy sayınızda bir artış olmuyor, çünkü böle bişey bildiğim kadarıyla mümkün değil). Daha bilimsel ve görsel olması açısından önce/sonra fotoğrafları sunmak isterdim ancak epilasyona başlarken sonucun kötü olabileceği hiç aklıma gelmediği için böyle bir şey yapmak aklımdan bile geçmedi.


Epilasyondan iyi (ortalama)sonuç aldığım tek bölge, en güçlü kıllarımın olduğu alt bacak bölgemde yaklaşık %70 oranında tüylerde azalma oldu fakat dizimden yukarıdaki daha önceden ayva tüyü kıvamındaki tüylerim şimdi bildiğin alt bacak kılı haline dönüştü. Kıllarımın kökten alan  normal epilasyon yöntemleriyle geri çıkma periyodu değişmedi ancak görünüşleri değişti.


Vucudumda rahatsız edici kıl bulunan tek yerim alt bacaklarımken, dertsiz başıma dert alarak lazer epilasyon yaptırdığım yukarda anlattığım bölgelerimdeki tüylerim efelendi, kumral tonda tüylere sahipken birden küçük çaplı bi pala remzi oldum.


Biraz abartarak bahsediyorum tabii ki son durumdan ama alt bacaklarım hariç diğer bölgelerimdeki kıl rahatsız ediciliği/yoğunluğu 10 üzerinden 3 iken şimdi 6 gibi değerlendirilebilir.


Bu acı verici ve sonuçsuz epilasyondan nasıl kurtulduğuma gelince; farklı bir merkez denemek amacıyla Bağdat Caddesinde karı koca bir doktor çift tarafından yönetilen bir güzellik merkezine yüz bölgem için randevu aldım. Bahsi geçen merkezde herhangi bir işlem yapılmadan önce doktorlardan en az birine görünmeniz ve onay almanız gerekiyor. Doktor muayenesi sonucu şikayetçi olduğum tüylerimi görür görmez tüylerimin lazer epilasyona uygun olmadığını bana söyledi. Epilasyonu istersem yapabileceğini ancak kalıcı sonuçları asla alamayacağımı söyledi. Benim tüylerim gibi tüylerde bilhassa cildim hassassa bu yöntemi aylık ağda yerine tercih edebileceğimi söyledi çünkü bu yöntemde kendim de tecrübe ettiğim üzere, batık tüy/alerji gibi problemler olmuyor. Verdiğim büsürü para ve kılköklerimin tek tek defalarca lazerle yakılmasının verdiği acıyı düşününce bu dürüst ve bilgili doktorun söyledikleri yüzüme güm diye çarptı. O gün lazer epilasyonla vedalaştım. (Doktor Beye büyük teşekkürler.)


Daha sonra yüzümdeki ayva tüylerinin gerçek boyutta tüyler haline gelmesi nedeniyle alternatif epilasyon yöntemleri arayışıyla bir çok üniversite hastanesine gittim (özel hastanelere güvenmediğimden gitmedim, durum nedir bilmiyorum) ve aynı yanıtı aldım. Sonuç büsürü hayal kırıklığı. 


Hayal kırıklığı dediysem bu epilasyon yüzünden bir kıl yumağı haline gelmedim. Yukarda belirttiğim gibi sadece var olan kıllarımın gözüme batması/irrite ediciliği arttı. Ve bunun için büsürü zaman ve para harcamış oldum.




Şimdi uyarılar geliyor. 


  • Lazer epilasyon sadece güçlü kıllarınızda işe yarıyor!
  • Size Lazer diye tanıttıkları cihazın Alexandrite tipi olduğundan emin olun IPL cihazlarına kanmayın.
  • Ten renginiz ne kadar açık/tüy renginiz ne kadar koyuysa o kadar verimli oluyor.
  • Mutlaka ama mutlaka iyi bir merkeze görünün.( gerçi benim gittiğim merkez de oldukça meşhur ve şubeleri olan bir yer ve doktor tavsiyesiyle gittim oraya) 
  • Bu konuda tek bilgisi makinaları opere etmek olan estetisyenlere asla güvenmeyin.
  • Epilasyonu kış aylarında yaptırmanız mantıksız gözükebilir ancak epilasyon bölgesini güneşten korumak gerekiyor yoksa kalıcı güneş lekeleri oluşabiliyor. O yüzden vucudunuzun daha az güneş gördüğü bu aylar uygun olabilir.
  • Birçok merkezde doktor yok ve olsa da benim deneyimimde olduğu gibi tek derdi sizin üzerinizden para kazanmak olduğundan hemen size bir seans sayısı biçip estetisyenlere yolluyor. 
  • Çoğu merkez fiş/fatura vermiyor. İlerleyen zamanlarda herhangi bir sorun yaşadığınızda (lazerin gücü uygun ayarlanmadığında ciltte lekeler ve yanıklar dahi oluşabilir) şikayetçi olabilmeniz için elinizde delil bulunması gerekeceğinden bu fiş/faturayı saklayın.
  • Kendi sağlığınızdan öncelikle siz sorumlusunuz o yüzden benim gibi en baştan tam bilgiye sahip olmadan böyle işlere girişmeyin.






(Gittiğim epilasyon merkezlerinin isimlerini vermemenin sebebi burda aktarmak istediğim gittiğim yerler değil kişisel deneyimim olduğundan, kimseyi internetin orta yerinde karalama kampanyası yapıyormuşcasına teşhir etmemek.)


Not: Bu posttaki hiçbir bilginin tıp doktoru olmamam sebebiyle tıbbi geçerliliği yoktur. (better be cautious than sorry, amirite?/ önlem almak sonradan üzülmekten daha iyidir, dimi kız?)




Eskisinden biraz daha tüylü Bloggerınız,
Öptüms.

İlk Post ( Heyecan!!!)

Aylardır etrafımdaki herkese açıcam açıcam diyip, açmaya üşendiğim, hep ertelediğim blogum işte burda. İlk postum da tamamen beni, bakış açımı ve bu blogun geleceğini açıklar nitelikte olucak.
(Öncelikle blogumu sokak diliyle yazıcam. Grammar Nazileri şimdiden uyarmış olayım. Dostum burası internet, fazla ciddiye alma.)

Kendimi tanıtmaya gelince, 23 yaşında annemce balık etli, moda dünyasınca oversize bulunan ( gerçekte ise 38 beden olan), kestane saçlı, ela gözlü, neşe deposu, bilmediği şeyler hakkında konuşmayan, konuştuğu herşeyi çok iyi bilen, çok konuşan, iPhone una romantik olarak bağlı, makyaj ve sinema&tv ye bağımlı taze bi mühendisim. 

Bu blogu neden açtığıma gelince vereceğim cevap dünyanın en klişe cevabı olucak hazır olun! Etrafımdakiler ısrar etti. Ama cidden. Kendime seçtiğim iş sebebiyle etrafımda fazla dişi bulunmasa da bulunanların güzellik&modayla ilgili her derdine deva, her sorusuna cevap olan bendeniz; sevdiklerime ve seveceklerime(siz) kolaylık olması adına bu blogu açtım. Bütün bildiklerimi anlatıcam. Bekleyin.

Bildiklerimi nerden öğrendiğime gelince, son 2 yılımı her gün 5er 10ar youtube tutorialı izleyerek ve fırsat buldukça makyaj malzemesi alarak, ayda 3 farklı Vogue editionı okuyarak, büsürü blog stalk ederek  ve gördüğüm herşeyi aklımda biriktirerek kendimce bi arşiv oluşturdum. Size önerdiğim herşeyi önce kendim denemiş olacağımdan emin olabilirsiniz. Ayrıca internetten edindiğim bilgileri de kaynağını postta linkleyerek sizinle paylaşacağım.

Şimdilik bu kadar, ilerki postlarda buluşmak üzere.
Öptüms.